22 Temmuz 2018 Pazar

Satranç Kitap Özeti – Stefan Zweig

Satranç Kitabı Özeti – Stefan Zweig





Oldukça farklı bir kurgu ile karşı karşıya kalacağınız bu kitap satrancı tutku haline dönüştüren bir doktorun hikâyesini ele almaktadır. Stefan Zweig’ın kaleme aldığı bu kitap, kısa sürede okurları tarafından beğenilmiş ve büyük ilgi toplamıştır. Geçmişten günümüze kadar aynı popülerlikle gelmeyi başarmış olan bir zekâ oyunu olan satranç sonucunda hastalığa yakalanan bir adamın hikâyesini gözler önüne seriyor bu eser. Bu kitabın bir diğer özelliği ise yazarın ölmeden önce kaleme aldığı son kitaptır. Kitap iki arkadaşın bir gemi yolculuğu yapması ile başlamaktadır. Bu iki arkadaş New York’tan Buenos Aires’e doğru yolculuk yapmaktadırlar.

Gemide aynı zamanda ünlü satranççı Mirko Czentovic de bulunmaktadır. Bu adam aslında küçük yaşlardan itibaren konuşma ve anlama sıkıntısı çekerek büyümüştür ve adam kısa sürede babasının arkadaşları ile birlikte oynadığı satranç oyununu öğrenmiştir. Bir gün babasının yarım kalan oyununu tamamlayan genç adam babasını oldukça şaşırtır ve şehir turnuvalarına katılır. Bu şekilde başlayan bir azim hikâyesi dünya şampiyonluğu ile sonlanmaktadır. Adamın varlığından gazeteciler sayesinde tüm gemi haberdar olur. Gemide bir de milyoner bir adam bulunmaktadır. Adam para karşılığında şampiyon ile bir el satranç oynamak ister. Bu şekilde başlayan olaylar giderek farklı bir kurguya dönüşmeye başlayacaktır. Satranç kitap özeti sizleri sıradan gibi gözüken bir hikâye ile oldukça farklı bir hikâyeyi birleştirerek şaşırtacak.

Satranç Kitap Özeti

Dünya şampiyonu satranççıya bir teklifte bulunan petrol zengini adam, ona bir oyun oynamak istediğini fakat bu oyunu adamın tüm salon ile oynayacağını söylemiştir. Teklifi kabul eden adam tüm zorluklara rağmen kısa sürede bu oyunu da kazanır. Yenilgiyi hazmedemeyen petrol zengini bir oyun daha teklif eder. Bu oyunun sonunda beraberlik doğar ve oldukça şaşkınlık uyandırır bu durum. Beraberliği sağlayan ise Dr. B. Adında bir adamdır. Daha sonra adamın şampiyon ile tek bir oynamasını ister tüm gemi. Bu duruma karşılık Petrol zengini adamı kenara çeker ve ona şampiyonu yenmesini teklif eder. Fakat adam bunu yapamayacağını anlatır. Hikâyemiz de burada başlar. Dr. B. ‘nin hayatının sırlarını ele alan bu kitap sizleri oldukça şaşırtacaktır. Adam seneler önce babasının yaptığı işler yüzünden tutuklanır. Fakat hapse atılmaz ve küçük bir oda içerisinde tutulmaya başlar. Adam bu oda içerisinde zamanlar beyin fonksiyonlarını kaybetmeye başlar. Kimse ile konuşmayan, zamanı bilmeyen bir adama dönüşür. Bu şekilde sorguya çekilen adam sorguda ağzından bir şey kaçırmama k için kendini oldukça zorlar. Daha sonra bir askerden satranç oyununu anlatan bir kitap bulur ve tekrar beyni çalışmaya başlar.



Satranç kitap özeti sizlere oldukça farklı kurgulanmış bir hikâyenin kapılarını açmaktadır. Bir adamın bir oyun ile tekrar hayata tutunuşunu anlatan oldukça başarılı bir ese ortaya çıkmıştır.

16 Temmuz 2018 Pazartesi

Satranç Kitap Özeti

Satranç Kitap Özeti – Stefan Zweig
13 Temmuz 2018

Satranç Kitap Özeti – Stefan Zweig

Oldukça farklı bir kurgu ile karşı karşıya kalacağınız bu kitap satrancı tutku haline dönüştüren bir doktorun hikâyesini ele almaktadır. Stefan Zweig’ın kaleme aldığı bu kitap, kısa sürede okurları tarafından beğenilmiş ve büyük ilgi toplamıştır. Geçmişten günümüze kadar aynı popülerlikle gelmeyi başarmış olan bir zekâ oyunu olan satranç sonucunda hastalığa yakalanan bir adamın hikâyesini gözler önüne seriyor bu eser. Bu kitabın bir diğer özelliği ise yazarın ölmeden önce kaleme aldığı son kitaptır. Kitap iki arkadaşın bir gemi yolculuğu yapması ile başlamaktadır. Bu iki arkadaş New York’tan Buenos Aires’e doğru yolculuk yapmaktadırlar.
Gemide aynı zamanda ünlü satranççı Mirko Czentovic de bulunmaktadır. Bu adam aslında küçük yaşlardan itibaren konuşma ve anlama sıkıntısı çekerek büyümüştür ve adam kısa sürede babasının arkadaşları ile birlikte oynadığı satranç oyununu öğrenmiştir. Bir gün babasının yarım kalan oyununu tamamlayan genç adam babasını oldukça şaşırtır ve şehir turnuvalarına katılır. Bu şekilde başlayan bir azim hikâyesi dünya şampiyonluğu ile sonlanmaktadır. Adamın varlığından gazeteciler sayesinde tüm gemi haberdar olur. Gemide bir de milyoner bir adam bulunmaktadır. Adam para karşılığında şampiyon ile bir el satranç oynamak ister. Bu şekilde başlayan olaylar giderek farklı bir kurguya dönüşmeye başlayacaktır. Satranç kitap özeti sizleri sıradan gibi gözüken bir hikâye ile oldukça farklı bir hikâyeyi birleştirerek şaşırtacak.
Satranç Kitap Özeti
Dünya şampiyonu satranççıya bir teklifte bulunan petrol zengini adam, ona bir oyun oynamak istediğini fakat bu oyunu adamın tüm salon ile oynayacağını söylemiştir. Teklifi kabul eden adam tüm zorluklara rağmen kısa sürede bu oyunu da kazanır. Yenilgiyi hazmedemeyen petrol zengini bir oyun daha teklif eder. Bu oyunun sonunda beraberlik doğar ve oldukça şaşkınlık uyandırır bu durum. Beraberliği sağlayan ise Dr. B. Adında bir adamdır. Daha sonra adamın şampiyon ile tek bir oynamasını ister tüm gemi. Bu duruma karşılık Petrol zengini adamı kenara çeker ve ona şampiyonu yenmesini teklif eder. Fakat adam bunu yapamayacağını anlatır. Hikâyemiz de burada başlar. Dr. B. ‘nin hayatının sırlarını ele alan bu kitap sizleri oldukça şaşırtacaktır. Adam seneler önce babasının yaptığı işler yüzünden tutuklanır. Fakat hapse atılmaz ve küçük bir oda içerisinde tutulmaya başlar. Adam bu oda içerisinde zamanlar beyin fonksiyonlarını kaybetmeye başlar. Kimse ile konuşmayan, zamanı bilmeyen bir adama dönüşür. Bu şekilde sorguya çekilen adam sorguda ağzından bir şey kaçırmama k için kendini oldukça zorlar. Daha sonra bir askerden satranç oyununu anlatan bir kitap bulur ve tekrar beyni çalışmaya başlar.

Satranç kitap özeti sizlere oldukça farklı kurgulanmış bir hikâyenin kapılarını açmaktadır. Bir adamın bir oyun ile tekrar hayata tutunuşunu anlatan oldukça başarılı bir ese ortaya çıkmıştır.

10 Haziran 2018 Pazar

Kitap Özetleri Kısa


20 Kitap Özeti Kısa


1. Dönüşüm - Kafka Özet
Dönüşüm - Kafka
Samsa ailesiyle beraber yaşıyor. Kitap Özetleri Kısa Arka tarafta afedersiniz kıç kadar bir odası var. Masa falan. Takılıyo orda. Adam iş güç, fakirlik bunalmış bi sabah kalkıyo böcek olmuş. Ne işe gidiyor ne traş oluyor hayvan gibi yaşıyor valla süper.


2. Grinin Elli Tonu - E. L. James Özet
Grinin Elli Tonu - E. L. James
Bi kadın bi erkek var. Erkek biraz sıkıntılı bi tip. Seksomanyak hafiften. Yok kırbaçtı, göz bağıydı falan bunlar garip garip şeyler deniyolar. Filmi var bunun haybeye okumayın.

3. Yüzüklerin Efendisi - J. R. R. Tolkien Özet
Yüzüklerin Efendisi - J. R. R. Tolkien
Takınca görünmez olduğun bi yüzük var bunu gidip ayağı kıllı, kısa boylu çocuklara veriyolar lavlara atsınlar da erisin diye. E kısa boylu bunlar valla oraya uğra çay iç burada konakla, şurda örümcek var derken 3 kitap bunlar yürüyor aga halbuki bi vasıta falan olsa ama yok tabi o dönem ne arasın metrobüs falan.

4. Hayvan Mezarlığı - Stephen King Özet
Hayvan Mezarlığı - Stephen King
Bi aile var çocuklu kedili falan. Bunlar bi köye taşınıyo ama köy meğer cinli ruhlu bi köymüş. Kadın annesine mantı açmaya gittiği bi gün kediye kamyon çarpıyo sonra bahçıvanla beraber adam bunu gömüyor. Ama meğer gömdükleri yer evliya mezarıymış sen kedi bi canlan bunlara saldır. Cırmık içinde bırakıyor hepsini.Kitap Özetleri Kısa Öleni gömüyolar oraya, e gömme be kardeşim işte niye rahatsız ediyosun elin cinini şeytanını. Sonra kedi çocuğu, çocuk bahçıvanı, sonra yine çocuk kadını, kadın adamı öldürüyor derken hepsi mevta oluyor epey anlamsız bi kitap.

5. Kinyas ve Kayra - Hakan Günday Özet
Kinyas ve Kayra - Hakan Günday
İki tane eleman var bunlar işte biz serseriyiz, alkoliğiz, şerefsiziz diye dolaşıyorlar. İçki sigara at yarışı ne pislik ararsan var bunlarda. Sonra bunların tayini çıkıyor Meksika'ya gidiyolar. Biri "gaz maskesiyle gül koklanmaz" deyip kondomsuz ilişkiye girip AİDS oluyor hah öyle dizide olduğu gibi değil hayat işte o öyle mevta oluyor öteki de yatalak oluyor durduk yere, hayata küsüyor halbuki mis gibi sevgilisi falan var. Evlen sigortalı bi işe gir, ama yok illa bi haytalık edecekler.

6. Sineklerin Tanrısı - William Golding Özet
Sineklerin Tanrısı - William Golding
Çocuklar Çanakkale gezisi için uçağa biniyor ama uçak bi adaya düşüyor. Öğretmenler falan piyasada olmayınca bunlar ders boş diye serseriliğe vuruyolar. Geçimlerini deniz kabuğuyla sağlamaya başlıyolar. Bir tane çocuk var bana domuzcuk demeyin diyor ama herkes domuzcuk diyor. Çete kuruyolar kendi aralarında falan. Tabi bi büyük olmayınca başlarında halbuki otur efendi gibi ödevini yap öğretmenini bekle yani ne gereği var bunların.

7. Zar Adam - Luke Rhinehart Özet
Zar Adam - Luke Rhinehart
Bi adam var işte ailesi falan gayet mutluyken buna bi daral geliyor artık araba kredisi mi ev kredisi mi bu bir darlanıyor. Kıraathaneden okey zarı çalıyor. Okuyucu sanıyor ki barbut atmaya başlayacak yok bu her şeyi zarlara göre yapmaya başlıyor mesela çay içecek bi zar atıyor 2 geliyor mesela, garsona  "ben şalgam alıcam" diyor. Komşusunun hanımına falan sarkıyor tam bir şerefsiz oluyor kısacası.

8. Küçük Prens - Antoine De Saint-Exupery Özet
Küçük Prens - Antoine De Saint-Exupery
Atkılı bi eleman var bu uzayda bi göktaşının üzerinde takılıyo sağı solu süpürüyor falan. Bi yılanı var sonra bunun yılanı fil yakalayıp yutuyor ama yılan tabi ayarsız hayvan; fili sindiremeyip çatlıyor. Tilki var ama alakasız niye dolanıyor anlamadım. Gül var bi de.

9. Tutunamayanlar - Oğuz Atay Özet
Tutunamayanlar - Oğuz Atay
Turgut diye bir adam var bunun arkadaşı intihar ediyor. Bu da sağda solda dolanıyor işi gücü boşluyor. En son Olric diye bi adamla trene biniyor nereye gittikleri de belli değil. Arabayı da dağda bi yerde bırakıyor hadi hanımı çocuğu terk ettin bari arabayı bırak da faydalansınlar tam bir mal mülk düşmanı bu adam. Bi ara bi sofra kuruyolar valla insan acıkıyor orayı okurken en sevdiğim bölüm orasıydı.

10. Ejderha Dövmeli Kız - Stieg Larsson Özet
Ejderha Dövmeli Kız - Stieg Larsson
Bi kız var. Bunun ejderha dövmesi var işte motora falan biniyor ajan gibi takılıyor ama mafyaya bulaşıyor. Mafya tabi kız falan dinlemez bunun peşine düşüyolar ama meğer onlar mafya değilmiş, miras mevzusu varmış işte bir şato var sana mı kalacak bana mı kalacak mevzu.

11. Kavgam - Adolf Hitler Özet
Kavgam - Adolf Hitler
Başta işçinin kötü çalışma koşullarından bahsediyor, işte çok çalışıyorlar az kazanıyorlar sonra gaza geliyor işçiye sövmeye başlıyor cahil mahil diyor. Bi bira içse biraz sinemaya gitse az kültürlense falan diyor e 2 sayfa önce işçi fakir diyodun amca şimdi ne diyosun diyemiyorsun tabi. Yazanın kafa yerinde değil illa alacaksanız çaydanlığın falan altına koyun.

12. Suç ve Ceza - Dostoyevski Özeti
Suç ve Ceza - Dostoyevski
Raskolnikov diye bi eleman var bu epey fakirlik çekiyor. Kasaba manava borç takmış sokağa çıkamıyor sonra bi kadını öldürüyor bu ama kadın meğer hikmetli, okunmuş biriymiş bunun ruhu falan epey darlıyor bu çocuğu. Redingot dedikleri bişey var bir de gocuk gibi ama böyle daha çok palto gibi. Altından kıymetli valla redingot aşağı redingot yukarı sayfalarca gocuk muhabbeti var kitapta.

13. Kumral Ada Mavi Tuna - Buket Uzuner Özeti

Kumral Ada Mavi Tuna - Buket Uzuner
Ada diye bi kız var böyle güzeller güzeli ama epey fettan bi kız. Bu kız Aras ve Tuna diye iki kardeşin aklını çeliyo. Aras da biraz dengesiz bi tip bu durduk yere gaza gelip Akıllı Tv videolarındaki gibi denize atlıyo ama kayalara çarpıp kafayı yarıp ölüyo. Tuna da içten içe seviniyo "oo kız bana kaldı" diye ama yüz vermiyor kız buna.


14. Kolera Günlerinde Aşk - Gabriel Garcia Marquez Özeti

Kolera Günlerinde Aşk - Gabriel Garcia Marquez
Ariza diye bi eleman var. İsmiyle müsemme biraz tetenek, arıza bir eleman. Bu bi kıza vuruluyo, şiir miir Ceyhun Yılmaz hesabı yürüyor kıza ama kız gidip işi iyi diye doktorla evleniyo. Sonra bu daha da hırslanıp tüm kadınlara yazmaya başlıyor kasabada dul bekar ne kadar kadın varsa günahına giriyor bir de çetele tutuyor oldu olacak skorboard yaptır led ekranlı bi tane oraya yaz  böyle hoyrat bir adam. Sonra kadının doktor kocası ölünce bu yine kadına yazıyor ama gelmişler 60 yaşına az durul artık,Kitap Özetleri Kısa biraz öteki dünyayı düşün değil mi ama yok bunlar gemide liman liman takılmaya başlıyolar valla güzel hayat aslında.

15. Nietzsche Ağladığında - Irvin D. Yalom Özeti

Nietzsche Ağladığında - Irvin D. Yalom
Nietzsche'nin başı ağrıyor tabi her gün fosur fosur pipo içiyor bu tabi kafan gözün ağrır. Bir de doktor var bu doktor Nietzsche'yi iyi ediyor kafasını falan böyle berber gibi ovuyor kolonyayla. Bir de kadın var arada mektup falan yazıyor da onu tam anlamadım.

16. Da Vinci Şifresi - Dan Brown Özeti

Da Vinci Şifresi - Dan Brown
Bi profesör var bunun arkadaşını müzede öldürüyolar. Ölen adam da kanıyla sağa sola bişeyler çiziyor murdar ediyor bir sürü tabloyu. Kutsal kaseyi arıyolar, sürekli bir kase lafı var sanırsın yeni evli çifte hediye edilen, onların da kullanmadan başkasına hediye ettiği Borcam kardeşim kase aşağı kase yukarı. Sonra öğreniyosun ki meğer kase bu ölen adamın torunuymuş. Kase falan yokmuş yani boş muhabbet valla.



17. Madame Bovary - Gustave Flaubert Özeti

Madame Bovary - Gustave Flaubert
Madam Bovary diye bir hanım var bu her gün evde biçki nakış sıkılıyor. 4-5 tane sevgili buluyor kendine ama kocasının hiç olaylardan haberi yok öyle vurdumduymaz, tıyniyetsiz bir adam. Kadın incik boncuk alayım güzel olayım derken esnafa epey borç takıyor sonra bakıyor ki ödeyemeyecek arsenik içiyor (kesin onu da borçla almıştır) esnafı mağdur ediyor.Kitap Özetleri Kısa Adam da karısının sevgililerinden gelen whatsapp mesajlarını okuyunca kalpten gidiyor bak gitti yıkıldı dağ gibi aile.

18. Oliver Twist - Charles Dickens Özeti

Oliver Twist - Charles Dickens
Oliver yetimhanede büyüyen enerjik bir çocuk. Her enerjik çocuk gibi salak aynı zamanda. Bu yetimhaneden kaçıp hırsız çetesine katılıyor. Ama ne zaman hırsızlık yapsa çuvallıyor bu. Salak ama kötülük yapmaya da yeteneği yok neyse bunu en son hırsızlık yaparken kıçından vuruyor güvenlik görevlisi. Sonra bakıyolar ki Oliver meğer çok zengin bir ailenin çocuğuymuş oh  bu da keriz mirasına kaldım diye seviniyor gül gibi yaşıyor.


19. Sefiller - Victor Hugo Özeti

Sefiller - Victor Hugo
Jan Valjean diye bir adam var tam bir Ecevitçi. Güzel bir adam. Bu işte bir hata yapıyor ekmek çalıyor. Bunu kürek mahkumu yapıyorlar bak insafsızlığa bak bu da isyan ediyor tabi 1 ekmek için yapılır mı bu diyor kaçıyor hapishaneden ama 4-5 kez yakalanıyor. Bu kaçıyor onlar yakalıyor yalama oluyor adalet sistemi. Bu işte 1 yıl ceza aldım derken kaçarak yakalanarak 19 yıl ceza almayı başarıyor. Gardiyanlar falan tebrik ediyor "birader biz senin kadar salağını görmedik" diye. En son bu sağlam bi kaçıyor, kuyumcu açıyor iyi para kazanıyor böyle düğün derken mevsimi zaten. Sonra bi savcı bundan kıllanıyor nasıl para yaptı diye merak ediyor savcı maaşı tabi kötü o zamanlar; gözü götürmüyor adamın kazandığı helal parayı. Kitap Özetleri Kısa Derken işte Jan Valjean yerine yanlışlıkla başkasını hapse atıyolar bu da Ecevitçi olduğu için gidip teslim oluyor "ben suçluyum o suçsuz bırakın" falan diyo. Fransa tabi karışık o aralar, karşıt görüşlü gruplar sopalarla falan giriyor birbirine. Jan Valjean bi kaç kişinin hayatını kurtarıyor derken bu aksiyon işlerini bırakayım diyor yaşlandım zaten diyor. Kızının da mürvetini gördükten sonra ölüyor huzur içinde.

20. Diriliş - Lev Tolstoy Özeti

Diriliş - Lev Tolstoy
Katyuşa diye bir kadın var eli yüzü epey düzgün ama barzo erkekler buna hep askıntı oluyor derken kadını mahkemelik ediyorlar. Kitap Özetleri Kısa Orda da Rus Prensi Dimitri Nehludov'la karşılaşıyolar. Nehludov içki, kadın, kumar, uyuşturucu falan takılan; it gibi yaşayan bir adam. Bu kadına tutuluyor ama Rus mahkemeleri bizdeki gibi sıkıntılı; kadını durduk yere kürek mahkumu yapıyorlar, temyiz, avrupa insan hakları mahkemesi falan hiç biri kar etmeyince Dimitri de bununla beraber malı mülkü satıp Sibirya'ya gidiyor. Kadına sahip çıkıyor orada, temiz çamaşır falan götürüyor. Sonra kadını affediyolar ama kadın bu sefer başka bi mahkumla evleniyor. Dimitri şok!

23 Mayıs 2018 Çarşamba

EMİYOR MU KİTAP ÖZET

Emiyor mu? Özeti
Hande Birsay Emiyor mu?


Hande Birsay, Emiyor Mu? kitabında çocuğun olduğunda etrafta ki insanlardan gelecek her türlü müdahaleyi komik bir dille eleştirmiştir. Kısa yazılardan oluşan bu kitapta en hoşuma giden yerlerden sizlere bahsedeyim:

Önce biraz başlangıçtan bahsedelim;

Bu zamana kadar en iyi anne bedduası: "Allah sana, senin gibi çocuk versin"dir. Başlarda herkes gibi yazarımız da; 'inşallah daha ne isterim, ne güzel kendim gibi bana benzeyen çocuk' diyerek mutlu olur. Bu onun için bir iltifattır. Fakat planladığı ise tam olarak bu değildir. Aslında ona göre bu işe yıllardır hazırlıklıdır. Gözlemliyor, kınıyor; duyuyor, kınıyor; okuyarak öğreniyordur. Çünkü annelik okuyarak öğrenilecek bir şeydir. Daha çocuk yokken olduğu zaman yapıp yapmayacaklarının listesi kafasında hazırdır. Çünkü annelik planlayarak olur. Çocuk, anne bana yapma derse yapmayacak, ye derse yiyecek, uyu derse uyuyacaktır. Çocuğunu avmlere götürmeyecek, televizyon belli bir yaşa kadar olmayacaktır. Anne olmak demek kendini salmak demek değildir. Hamilelikte alınan 5-6 kilo doğurunca emzirmeyle verilir nasılsa. Bir gün anne olunca her şey değişir. Hamileliğini öğrendiğinde bebek iki aylık; doğduğunda ise yedi aylıktır. Doğum yaptığında öyle bahsedildiği gibi anneliğe hazır değildir. Hatta başta biraz korkar ve anlamaya çalışır. Hayal ettiğinin beş katı kilo alır. Kerem ise öyle her şeyi yememiştir. 'Eve sokmam, modası geçti' dediği tüm yelek, patikler bir bir eve girmiştir. Televizyon izlenmeyecek dediği halde tüm çizgi filmler ezberlenmiştir. Yapmam dediği ne varsa hepsini yapmıştır. Yeri gelir bir de cephede yeni anne detektörleriyle savaşır. İlk aşama, bekarlar için evlilik ne zamandır. İkinci aşama, evliler için çocuk ne zaman ve üçüncü aşama ise kardeş şarttır.

Porselen vazo değilsiniz sadece hamilesiniz;

Bizim gibi geleneksel memleketlerde hamile olmak demek; dokuz ay boyunca pamuklara sarınıp yatmak demektir. Aslında yemek yemek ne kadar doğalsa, hamile olmakta o kadar doğal bir şey. Kendimizi kasmaya hiç gerek yok. Yazarımız ise rahat bir hamilelik geçirmiş; rahat anne rahat bebek mottosunu benimsemiştir. Bu kitapta da kendi rahat hamileliği ile bizleri bunalıma sokmaya ve kendini daha iyi hissetmeyi amaçlamıştır. Çünkü mükemmel annelik bunu gerektirir.

Bebeğimi beklerken;

Hamileliğin en güzel yanı, yapılacaklar listesidir. Bebek odası hazırlamak dünyanın en eğlenceli işidir. Yazarımız, bebek odasında pastel tonları seçmiş ki; bebeği daha huzurlu uykuya dalsın ve onun için dinlendirici olsun. İç mimarı ise tam da hayal ettiği odayı yapmıştır. Bazen bakarken yorulduğu bebek odaları görüp, unutmak için birkaç saniye gözlerini kapatması gerekmektedir. Çünkü o odalar hayvanat bahçesi mi bebek odası mı? belli değildir.

Kitaplardaki gibi çocuk büyütmek;

Hamile arkadaşları "Hangi kitapları alalım?" diye sorduğunda; cevabı hepsini alın oluyormuş. Çünkü kendisinin de okumadığı kitap kalmamış. Üstelik çokta yardımcı olmuş.

Kerem bebekken saat başı uyandırmış, bazen de uyuyan çocuğu uyandırmak istememiş. Ağladığında ona ihtiyacı olduğu için kucağına almış, bazen de alışır diye almamış. İnatlaşma anlarında başta göz hizasına inerek sabırla anlatmaya çalışmış, sonra da ilgilenmemiş ki sussun. Anaokuluna vermiş, almış, sonra tekrar vermiş. Disiplinler ve ekoller üstü bu füzyon eğitim sistemleri ile Kerem'i kurup kurup döndürüyorlarmış.

Çocukla kuaför keyfi;

Anne babaların en zorlandığı şeylerden biri kuaför. Yazarımız ise, yine keyifli bir ortak zamanı zorluğa dönüştürenin anne babalar olduğunu düşünmektedir. Çocukların saçlarını kestirmemesini ise kesinlikle anlamamaktadır. Geçen gün kuaför de bir çocuk görmüş. Çocuk ağlayarak eve gitmek istiyormuş. Annesinin rüşvet vermesi ise hiçbir şekilde ise yaramamış. Sonra da annenin rüşvet vermesinden tutun da çocuğun saçına kadar kınamış. Sonuçta herkes anne olacak diye bir şey yok.

Telefon mu pırasa mı?;

Çocuğun telefonla ilişkisi anne babanın elindedir tabi ki. Uzmanlara göre; iki yaş öncesinde çocuğun telefon, televizyon ve tabletten uzak durması gerekmektedir. Kerem'in yanında ellerine hiç telefon almazlarmış. Kerem yemek yemiyor diye eline telefonu asla vermiyorlarmış. Onun yerine pırasa teklif ediyorlarmış ki, ilgisi başka yere kaysın.

Erkeklerin özel gün merakı;

Erkeklerin organizasyonlardan kaçtığını, söylendiğini, evde oturmak istediklerini ve her organizasyonu fikir aşamasından itibaren tek başına planlayan kadınlar varmış. Bunlara oldukça şaşırarak üzülmektedir. Onlarda her özel gün coşkusu ortaktır. Her zaman, daima.

Her şey eskisi gibi;

Çocuk yapma konusuna gelince ilk akla gelen şey; eskisi gibi gezip gezemeyeceğimizdir. Yazarımız, her şey de olduğu gibi bu konuda da hayatlarından taviz vermemiştir. Çocuktan sonra da bekar veya evli arkadaşları ile konserler, gezmeler planlayıp uygulamıştır. Çocuğunu kucağına almak isteyene ise hemen öyle vermemiştir. Uzunca bir süre düşünüp sonra vermektedir. Çünkü çocukları büyüdü, kucakları boş diye hemen verecek değillerdir. Biraz oynamalarını izler, bir beş saat sonra geri alırlar.

Kapatırken;

Geleneksel ve dijital medyada, sosyal medyanın hızla yükselişi ile annelik hakkında bilenden bilmeyenine, uzmanından uzman olmayanına kadar herkesin bir bilgisi, fikri vardır. Anneliği anlattıkları gibi sanıyoruz, ona göre yaşamaya çalışıyor ve başaramayınca üzülüyoruz. Yazdıkları ile aslında anneliğin, bu yazdıkları gibi olmadığını, sadece yaşayarak olduğu gibi öğrenilmesi gerektiğini anlatmaya çalıştı. Mükemmel anne olmak değil aslında, iyisiyle kötüsüyle çocuğunu iyi bir birey olarak büyütmektir.

Kapanışta Hande Birsay'ın dediği gibi annelik yazılarak öğrenilecek bir şey değildir. Herkesin anneliği birbiriyle aynı olacak diye bir şey yoktur. Emiyor mu? Mükemmel Annelik Beni Teğet Geçti, şakalaşarak, ciddiyetten uzak anlatımıyla benim çok hoşuma giden bir kitap oldu. Özellikle çevremiz de bu tarzda çok insan olduğunu fark etmemi sağladı.

4N1K 2 KİTAP ÖZETİ

4N1K 2 Özeti
Büşra Yılmaz 4N1K 2


Büşra Yılmaz, dört erkek ve bir kızın hayatında ki maceralara kaldığı yerden devam ediyor. 4N1K ile Yaprak ve diğerlerinin eğlenceli hayatları anlatılmaktadır.

Rengarenk bir sürü balon hayal edin ve bu balonların içi en sevdiğinizin kokusu ile dolu. Öyle hayal edin ki; Yaprak adında bir genç kızın, yavaş yavaş kalbine girmiş ve tam da kalbinin ortasında patlamış bu balonlar.

Oğuz, Sinan, Gökhan, Ali ve Yaprak, hayat onları çocukluklarında karşılaştırmış ve birlikte bugüne kadar getirmiştir.

Oğuz: Hiçbir şeyi ciddiye almayan etrafındakilerle ve hayatla her koşulda dalga geçen bir karakter...

Sinan: Hayatının kadınını bulmak için birçok oyuna başvuran...

Gökhan: En küçük bir olayda bile sinirlenebilecek bir yapıya sahip...

Ali: Ağırbaşlılığı ile her şeyi dozuna göre yaşayan, grubun en sakin ve aklı başında olan üyesidir. Yaprak'a kör kütük aşık olması haricinde...

Yaprak: Aşka dair hiçbir şey bilmeyen ve Ali'nin aşkı içinde ne yapacağını bilemeyen bir karaktere sahiptir.

Yaprak ve Ali aralarında ki ilişkiyi henüz diğerlerine açıklayamamıştır. Bunun sebebi; belki de daha kendileri de aralarında ki bu garip duyguyu kabullenemediği içindir. Yaprak ve Ali'de diğerleri gibi arkadaşlardır. Ta ki Ali'nin, Yaprak'ı on iki yıl sevdiğini söylemesine kadar. Ali, Yaprak'a duygularını açtıktan sonra, Yaprak'ta Ali'ye karşı boş olmadığını hissetmiştir. Fakat çocukluğundan beridir birlikte büyüdüğü Ali'ye; artık ne tam anlamıyla arkadaş gözüyle ne de sevgili gözüyle bakabilmektedir. Yaprak, bu günlerde olayın gerginliğini yaşarken, bir de üzerine Ali ile olan ilişkisini diğerleriyle paylaşamadığı için ekstra gergin bir haldedir. Yaprak, Ali ile baş başa gelmekten çekinmektedir. Bunu nedeni ise; Ali'den utanması ve diğerlerinin hiçbir şeyden haberinin olmaması yüzünden panik yapmasıdır. Ali'nin kocaman aşkına karşılık, Yaprak'ın içinde yavaş yavaş filizlenen o masum hissi yalnızca içlerinde yaşarlar. Ali'den haberi olan bir tek kişi vardır: o da Yaprak'ın komşusu olan Tuna'dır. Tuna ve Yaprak, aslında birbirini seven ama bir türlü anlaşamayan iki arkadaşlardır. Tuna ve Yaprak, merdivende konuşurken arkalarından bir kız sesi yankılanır. Bu yankılanan ses, Tuna'nın eski kız arkadaşı ama bir türlü ilişkilerinin bittiğine ikna olmayan Gökçe'dir. Gökçe, Tuna'ya takıntılı olarak her zaman peşinde olan bir kızdır.

Tuna ve Yaprak, Gökçe'nin oradan gitmesi için kısa süreli bir oyun oynamak zorunda kalırlar. Yaprak, Tuna'nın misafiri olduğunu Gökçe'ye inandırmaya çalışır. Güçlükle de olsa Gökçe sıkıntısından kurtulurlar. Yaprak, okuldan eve dönmüştür. Odasında dinlenmeye çekildiği sırada; pencereden dışarı bakarken kafasına kapüşonunu geçirmiş, şemsiye ile bekleyen birini görür. Koşar adımlarla aşağıya iner. Fakat kapalı bir şekilde kapının kenarına bırakılmış bir şemsiye ve yanındaki not haricinde hiçbir şey göremez. Notu yazan kişinin Barış olduğunu anlayan Yaprak, ya Barış'ın peşinden gidecek ya da yağmurlu günlerde kendisine bile gitmesini istemeyen Ali'ye söz verdiği gibi eve geri dönecektir. Ne yapacağını düşünüp içinden çıkamadığı anda Tuna belirir ve ''uzun arkadaşını sobelemek istersen sokağın bitimindeki çocuk parkında'' diyerek Yaprak'ı cesaretlendirir.

Barış ve Yaprak aynı okuldadır. Barış'ta, Ali gibi Yaprak'a duygularını açıklamıştır. Fakat Yaprak'tan bunun karşılığını alamamıştır. Yaprak, Tuna'yı dinleyerek parka gitmiş ve Barış'ı, orda bir salıncakta otururken bulmuştur. Yaprak ve Barış bir süre konuşup sustuktan sonra yağmur yağarken öylece sallanırlar. Yaprak, tekrar konuşmaya karar verdiğinde Barış'ın son umutlarını da bitireceğini bildiği için konuşmakta kararsız kalır. Aralarındaki konuşmadan sonra Barış'a Ali'yi sevdiğini söyleyen ama aynı zamanda da Barış'ı da kırmak istemeyen Yaprak, koşar adımlarla eve dönmüştür. Geç kaldığı içinde annesinden iyi bir azar işitmiştir. Yaprak, tekrar odasına çekilmiş ve olanları anlamlandırmaya çalıştığı sırada bu defa pencerede Ali'yi görür; annesi ve babası uyuduğu için onu sessizce odasına alır. Ali, Yaprak'ı Barış'la olduğu sürede bir çok kez aramış, ulaşamayınca merak edip gelmiştir. Uzun zaman sonra baş başa kalmak Ali'ye de Yaprak'a da iyi gelir. O gece hava aydınlanana kadar birlikte pencereden yarım manzarayı izlerler. O manzara dünyanın en güzel manzarasından daha güzeldir Ali ve Yaprak için...

Gökhan, depresyonda olduğu için evden çok fazla dışarıya çıkmamaktadır. Yaprak, Ali, Sinan ve Oğuz, Gökhan'ı ziyarete giderler. Oğuz ve Sinan'ın girdiği iddia sonucu; Oğuz yaptığı türlü oyunlarla Gökhan'ı iyice sinirlendirir. Gökhan sinirlenmeyeceğine ve küfür etmeyeceğine dair kendine söz vermiş olsa da, dayanamayıp küfür etmeye ve Oğuz'a saldırmaya başlar. Tam bu sırada odaya Gökhan'ın annesi Hale girer. Oğlunu o halde görünce psikoloğa göndermeye karar verir. Oğlunun eski kız arkadaşı Merve yüzünden bu halde olduğundan yakınırken; konunun Merve'ye gelmesi Gökhan'ı daha da sinirlendirir. Ertesi günün sabahında Gökhan'ın keyfinin yerine gelmesi için abur cubur almış, onun evine doğru giderken; Gökhan'ı bir otobüste görürler. Ellerindeki poşetlerle otobüsün peşinden koşmaya başlarlar. Otobüse durduğu durakta yetişirler. Gökhan'ı annesinin ısrarlarına dayanamayıp psikoloğa gittiğini öğrenirler.

Gökhan seansa girmiş ve psikoloğa Merve'yi ve yaşadıklarını anlatmış, biraz da olsa rahatlamıştır. Bu sırada Oğuz ve Sinan; her zaman olduğu gibi hastaneyi karıştırırlar. Yaprak ve Ali; diğerlerini bulup, seansa onlarda dahil olur. Psikolog, her birinden birlikte yaşadıkları bir anıyı anlatmalarını ister. Fakat her birinden bir önceki anlatılan anıdan daha eski bir anıyı anlatması koşuluyla.

Hepsi bibirinden eski ve komik anılarını anlatarak o günlere geri dönerek kahkahalara boğulurlar. Oldukça yoğun bir hafta geçiren Yaprak, okula gitmiş ve o gün kütüphane nöbetçisi olduğunu öğrenerek rahatlamıştır. Başına geleceklerden habersiz bir şekilde...

Yaprak, o gün kütüphanenin olduğundan daha yoğun olduğunu fark eder. Okulun bitmesine yakın kitap alma trafiğinin yavaşladığı sırada içeriye Barış ve arkadaşları girer. Arkadaşları Barış'ın sarhoş olduğunu, onu kütüphanede bir kaç ders saklaması gerektiğini söylerler.

Ali ve diğerleri ders aralarında Yaprak'ı ziyarete gelirler. Yaprak, durumu zar zor idare etmeye çalışsa da; Oğuz'a yakalanır. Barış'a yardım ettiğini söylemeye çalışsa da Oğuz, her şeyi yanlış anlar. Ders bittikten sonra pizza yemek için sözleşmişlerdir. Oğuz, Yaprak'ı diğerleri basmasın diye kütüphaneye kilitler. Yaprak'a da yanda ki kafeye gittiklerini ve işi bitince haber vermesini, onları çıkarmaya geleceğini söyler. Yaprak hariç diğerleri okulun yanındaki kafeye geçerler. Ali, Oğuz'un telefonundan Yaprak'a attığı mesajı görür görmez kütüphaneye gider. Barış ve Yaprak'ı birlikte görür. Yaprak, Ali'nin sinirlenip kızacağını düşünürken; Ali'nin bu duruma sessiz kalışı Yaprak'ı daha fazla üzer.

Bir süre sonra Yaprak, Ali ile aralarındaki buzları eritmek ve ona sevgisini göstermek için bir şeyler yapmak ister. Bunun üzerine Barış'tan yardım alır. Barış, Yaprak'a görevler verir ve bunun sonucunda da Ali ile aralarının düzeleceğini söyler. Fakat her görevin sonucunda da Yaprak'tan bir kanıt istemektedir.

Görev 1: Ona özel bir hitap şekli kullan.
Görev 2: Onu kıskandığını belli et. Sürekli merak ettiğini göster.
Görev 3: Onunla baş başa dışarı çık.
Görev 4: Ona büyük bir sürpriz yap.

Barış, bu görevleri Yaprak'a sırasıyla verir ve Yaprak, görevleri başarılı bir şekilde yerine getirir. Bu sırada Sinan'ın abisi Kerem'in sevgilisinin hamile olduğunu öğrenirler ve düğün hazırlıkları başlar.

Kerem ve Lale'nin; düğününe bir kaç saat kala Yaprak hariç diğerleri içmeye başlarlar. Yaprak, düğün boyunca türlü maceralarla kendi gibi çılgın olduğunu düşündüğü arkadaşlarını idare etmeye çalışır. Lale'nin nikah sırasında doğum sancısı başlar ve hastaneye kaldırılır. Düğün sonunu hastanede bitiren bir ekip için unutulmayacak bir anı daha olur.

Üst üste yaşadıkları bu olaylı günlerin ardından ekip olarak okula devam etmeye başlamışlardır. Yaprak, yıl sonu ödevini yapmak için Ali'nin biyoloji kitabını alır ve karıştırırken arasında bir kağıt ve içerisinde el ile çizilmiş bir harita bulur. Harita da kütüphaneyi tarif eden bir yol... Yaprak, haritada ki yolu takip ederek bir not ile karşılaşır. ''Bu ayakkabıyı hatırladın mı? Okulun ilk günü gökten düştü masalı başlatman için bir işaret gibi.''

Bunun üzerine Yaprak, Barış'ı arayıp çok acil kütüphaneye gelmesini söyler. Barış, okulun ilk günü Yaprak'ın camdan fırlayan sarı küçük bir bez ayakkabısının olduğunu, arkadaşlarıyla birlikte eğlenmek için hemen ayakkabıyı alıp çantasına attığını ve Yaprak gidip ona ayakkabısını sorduğunda görmediğini söylediğini ve Yaprak'a o gün aşık olduğunu anlatır. Yaprak için yaptıklarını anlatır. Yaprak, ağladığından dolayı güçlükle konuşsa da Barış'tan defalarca özür diler. Barış, mezun olacağı için bu konuşma Yaprak ve Barış'ın son konuşması olmuştur. Yaprak, Barış'a ''hoşça kal sırık oğlan ne olursa olsun hayatımda iyi ki vardın'' diyerek veda eder.

Yaprak'ın Barış'la konuşmasının üzerinden bir hafta geçmiş olmasına rağmen içini kemiren bir şeyler vardır. Ali'ye haritayı onun mu sakladığını yoksa bir hata mı olduğunu sormak için sabırsızlanır. İçindeki bu karmaşaya son vermek için Ali'ye bir mesaj atarak onu okulun arka bahçesine çağırır. Haritayı saklayıp, saklamadığını sorar. Fakat Ali, konuyu yanlış anlar ve aralarında bir tartışma başlar. Ali, haritayı defterinin arasına koyduğunu ve unuttuğunu söyler. Aralarında ki tartışma dudaklarının buluşmasıyla son bulur.

Bu sırada Gökhan hayal kırıklığıyla Ali ve Yaprak'ı izlemektedir.

Büşra Yılmaz'ın 4N1K2 kitabı, beni kimi yerinde güldürdü; kimi yerinde içimi burktu. Lise çağında ki gençlerin komik, birbirine bağlı, değerli hayatlarını mizah ile anlatılmıştır. Bu yüzden biraz gülmeye ihtiyacı olanların ya da eğlenmek isteyenlerin okumasını tavsiye ederim.




4N1K 2 Konusu
İnternet üzerinde yazdığı hikaye ile bir anda büyük beğeni toplayan genç yazar Büşra Yılmaz, 4N1K ile okurları ile gerçek bir kitap vasıtası ile buluşmuştu. Ünlü yazar hayranlarını fazla bekletmiyor ve serinin ikinci kitabı olan 4N1K 2 On İkiden Sonra ile yeniden okurlarının karşısına çıkıyor.

4N1K 2 romanında Yaprak, Ali, Oğuz, Gökhan ve Sinan’ın maceralarını okuyoruz. Karakterler kendi hayatlarını düzene sokmaya çalışırken yine günümüz gençlerinin hayatlarını mükemmel bir şekilde ele alıyor ve onların günlük sorunlarını eğlenceli bir şekilde okurlara sunuyor.

19 Mayıs 2018 Cumartesi

Aşkın Ölüm Hali Özeti

Aşkın Ölüm Hali Özeti

Pınar Çağlayan Aşkın Ölüm Hali

Aşkın Ölüm Hali Nehir için Kaan'ın onda nasıl tükendiğini anlattığı bir hikayedir.

Kaan ve nehir aşkı ilk görüşte aşk mıydı? İlk Kaan görmüştü Nehir'i. Nehir'in öğretmenliğe başladığı ilk günlerdir. Kaan'ın gönlüne okulun bahçesinde çayıyla bir bankta otururken düşer. O günden sonra Kaan, Nehir'i ne izlemeyi bırakabilir ne de düşünmeyi. Psikoloji öğretmeni olarak devam ettiği okulun yanı sıra, iyileştirme merkezlerinde danışmanlık yapmaktadır Kaan. Sonunda Nehir'den arkadaşlarına da bahseder. Fakat Nehir'le bir türlü konuşamaz. Sonunda konuşmaya karar verdiğinde hiç güzel karşılık alamaz. Aklına ilk gelen soru, kalemi olup olmadığıdır. Halbuki cebinde dört tane kalem vardır. Hepsinin suya düştüğünü söylese de Nehir inanmaz. Onun gibi popüler biri ya dalga geçmek için gelmişti ya da arkadaşları ile iddiaya girmiştir. Öfkeyle kalkıp uzaklaşır.

Uzun bir süre sonra o gün ikisinin de dersi yoktur ve aynı katta nöbetçidir. Bir anda bir bağırış ile arkadaşları tarafından tutulan bir genç kız getirilir. Kız intihar etmiştir. Kaan, hemen onu alarak revire götürür. Sonra da ambulans gelir. Kaan'ın bu kadar ilgili olması ve sonrasında bahçede ki konuşması, aslında bahsedildiği gibi biri olmadığını anlamasına sebep olur. Günler geçtikçe Kaan da Nehir'in içinde yer etmeye başlar.

O gün okulda Nehir, edebiyat sınavı yapacaktır. Sınav sırasında bayılır. Onu hastaneye götürürler. Uyandığında yanı başında Kaan vardır. O anda birbirlerine açılarak, sevgili olurlar. Ne güzel şey insanın sevdiği kişiden karşılık bulması. Ertesi gün Nehir, Kaan'dan ses çıkmayınca; liseden yakın arkadaşı Burcu ile buluşur. Kaan arar ve nerede olduğunu sorar. Nehir sen ne yapıyorsun diyemeden, Kaan telefonu kapatır. Tamamen kapatmıştır. Canı sıkılan Nehir eve gider. Eve gittiğinde Kaan'a yazar ama oldukça gergin bir cevap alır. Ertesi gün Kaan, Nehir'e mesaj atar. Bir saat sonra almaya geleceğini söyler. Nehir'de, kardeşi Deniz'i okuduğu şehir Ankara'ya yolcu ettikten sonra görür. Hemen hazırlanır ve buluşurlar. Sahil kenarında otururken Nehir ne kadar konuşkansa, Kaan o kadar içine kapanıktır. Nehir ona ailesini sorduğunda, ailesinin olmadığını öğrenir. Nehir ise ona artık kendisinin olduğunu söyler. Fakat Kaan bunu acıma olarak algılar. Yol boyunca havadan sudan güzel bir sohbet etseler de eve gidince mesajlaşırken yine bir sıkıntı çıkar. Kaan sürekli Nehir yazmadı diye hiddetlenmektedir.

Zaman ilerledikçe Nehir ve Kaan'ın dengeleri de değişmeye başlar. Bazı günler birbirlerini görmüyor, bazen kısa konuşuyor, bazense tamamen susuyorlardır. Nehir, yaz tatili yaklaşırken plan yapmaya başlar. Kaan, tek başına gidemeyeceğini söyler. Nehir ise gideceğini inat etse de Cansu diye arkadaşı ve annesi ile Adaya gider. Kaan Nehir'e fotoğraf atma, açık giyinme der. Üstüne bir de inşallah yağmur yağar der ve dediği tutar. Sadece ilk gün denize girdikten sonra üç gün aralıksız yağmur yağar. Hatlar bile çok olmadığından Kaan'a yazamaz. Ertesi gün dönecekleri için o gece barda kız kıza eğlenip, sorunsuz eve gelirler. Ertesi gün de dönerler.

Nehir döndüğünü haber vermesine rağmen, Kaan'dan soğuk bir günaydın mesajı alır. Çalıştığı yere gittiğinde izinli olduğunu öğrenir. Arkadaşı Alp ile karşılaşınca ona sorar. O da Kaan'ın onu arayacağını söyler. Alp, arkadaşları Buğra ile Kaan'ın yanına gider. Kaan kapıyı bile açmadan iyi olduğunu söyler. Evde çalışmaktadır. Çalıştığı zamanlar ise telefonu kapatır. Ertesi gün Kaan'ın izninin bittiğini bildiği için yanına gider. Tatilde yazmadığı için Kaan onu kendinden uzaklaştırarak cezalandırmaktadır. Nehir aslında Kaan'ı çok sevmektedir. O gün oradan kapıyı çarpar, gider. Bir süre ise hiç konuşmazlar. Bir gün Can diye dostu arar. Çıktığı mekana gelmesini ister. Zor da olsa kabul ettirir. O akşam Can'a olayı anlattığında; Can ondan uzaklaşmasını ister. Çünkü arkadaşını kaybetmek istememektedir.

Ertesi gün Kaan, Nehir'in gönlünü almaya gider. Konuşmalarının ardından ilişkileri biraz daha normale döner. Müdür Bey, Nehir'in sosyal medya üstündeki yazılarını okumaktadır. Ona yeğenini önerir. Ahmet Bey ile iletişim kurduktan sonra onun fikirleri ile bir kitle oluşturmak için, internet sayfası açmak ister. Fakat Kaan'dan dolayı ne yapacağını bilemez. Yakın arkadaşı Burcu ile düşündükten sonra sayfayı açar. Ertesi gün Kaan ile buluşarak anlatır. Başta kızsa da sonra araları düzelir. Fakat Kaan paylaştığı her şeyi beğenen Ahmet'in farkındadır.

Eylül ayı geldiğinde Kaan, İngiltere'ye kabul edilir. Nehir'e de onunla gelmesini söyler ama Nehir ailesini bırakamaz. Kaan'ı ise orada Pelin diye bir kız karşılayacaktır. Nehir'de şimdiden o kızı araştırmıştır. Aralarına giren mesafe ile başta birbirlerine bağlanmış gibi gözükürler. Nehir, Kaan'ın gidişi ile kendini yazılarına verir. Bu arada Ahmet ile daha yakın arkadaş olurlar. Kaan ise gün geçtikçe daha da hırçınlaşır. Nehir alttan alsa da Kaan değişmeye başlar. Nehir'in bir yazı paylaşması ve Ahmet'in altına yazdığı yorum ile her şey değişir. Sabah uyandığında Kaan'dan mesaj gelmiştir. Mesajda hemen Ahmet ile sevgili olduğu gibi bir sürü kötü cümleler yazmaktadır. Kaan öfkesinin kurbanı, Nehir ise gururunun kurbanı olur. Bu olaydan sonra annesinin yanından ayrılarak yeni eve çıkar. Ahmet ile de ilişkisini keser. Bir ay kimseyle görüşmedikten sonra Burcu gelir ve yarışmadan bahseder. Nehir bir kez daha kalemi eline alır. Yarışma da ödül kazanmıştır. Ödüllerin verildiği gün Mert diye biriyle tanışır. Burcu numarasını alsa da aslında Nehir içindir. Can ve Burcu ikisini buluşturur. Yoğun ısrarları ile sonunda görüşmeyi kabul eder. Buluşma günü buluşacakları yere gittiğinde, burnu kanadığından evine çağırır Mert. Bunu yanlış anlayan Nehir; Mert, Can ve Burcu'ya çok sinirlenir. Fakat Mert'in mesajı ile ona yanlış yaptığını anlar. Sonunda Kaan ile hikayesini yazdığı kitabın sonunu getirir. Hatta bir yayınevi ile anlaşarak kitabı basılır. Bir kitabını Kaan'ın İngiltere'deki adresine yollar. Fakat kitap Pelin'in eline geçer. Kaan hiç görmez. Kitabın basılması ile güzel mesajların arasında, bir kötü mesaj vardır. Pelin'den gelmiştir. Kaan'ın peşini bırakmasını birlikte döneceklerini söyler. Nehir Kaan'ı kalbinden atmak ister. Kaan sonunda ülkeye döndüğünde kitabı görür. Nehir'i arar ama numarasını değiştirmiştir.

Mert ise Nehir'e sürpriz doğum günü yapar. Orada da evlenme teklifi eder. Nehir de kabul eder. Gün geçtikçe Mert'e daha çok ısınır, daha çok sever. Nehir sonunda Kaan ile karşılaşır. İkisi de birbirlerine tüm kinlerini kusarlar. Kaan bu olaydan sonra Bursa'ya taşınır. Mert ile Ankara gezisinde uyaya kalması ile Kaan'ın öldüğünü görür rüyasında. Fakat rüyadır. Nehir Mert'ten özür dileyerek hep yanında olacağını söyler.

"Bir bir gidenler senin sınavın olurken, en son gelecek olanda sonunda hak ettiğin, nasibin olacaktır."

Aşkın Ölüm hali kitabı bana göre basit bir dille yazılmıştı. Anlatılan aşk ise beni baya sıktı. Özelikle Kaan karakteri beni sinir etti. Kitabın dili oldukça yalın, akıcı. Çok beğenerek okuduğumu söyleyemeyeceğim. Yine de okunmayacak kadar da kötü değil. Bu tarz kitap okumayı sevenler okuyabilir.

18 Mayıs 2018 Cuma

Doğan Cüceloğlu Evlenmeden Önce Özeti

Evlenmeden Önce Özeti

Doğan Cüceloğlu Evlenmeden Önce

Doğan Cüceloğlu bilindiği üzere alanında oldukça başarılı bir psikologdur. Kırktan fazla bilimsel makalesi ve yazdığı birçok kitabı bulunmaktadır. Özellikle İletişim Psikolojisi üzerine yaptığı çalışmalar dikkat çekmektedir.

Evlenmeden Önce yazarın sevilen kitaplarından biri olarak son dönemde sıkça gündeme geliyor. Doğan Cüceloğlu’nun kitaplarının genel tarzında oldukça yoğun bir bilgi akışı vardır. Kitabı okuduğunuzda o alan ile ilgili yeni ve çeşitli birçok bilgi edinmiş olursunuz. Bu kitabı da evlilik öncesi, evlenme kararı, evlenilecek kişi seçimi ve evlilik sonrası konularda ufuk açıcı çok sayıda bilgi ve öneriye sahip.

“Evlilik bir çiçekçi dükkânı gibi farklı olanaklar sunar; çiçeklerden nasıl bir buket yaratacağınız size kalmış…” yazıyor kitabın arka kapağında. Son derece haklı ve doğru bir tespit aslında. Kitapta en çok vurgulanan konu evlilik öncesinde çiftlerin evlilikte olabilecek çatışmaları önlemek için önceden her şeyi net ve açık bir şekilde konuşması gerektiğidir. Flört döneminde tolare edilebilen davranışların evlilik içerisinde değişebileceği düşüncesi ile yanlış yapılan evlilikler kitapta çok detaylı bir şekilde anlatılıyor. Kitapta gerçek kişilerden gelen mektuplar da yayınlanmış. Bu mektuplarda kişilerin evlilikleri hakkında iyi ya da kötü tecrübelerini okuyabiliyoruz ve belki de bazılarını kendinize yakın bulabiliyorsunuz.

Evlenmeden Önce kitabında bahsedilen konulardan biri de çatışma yönetimi. Çiftlerin evlilikleri boyunca aralarında bazı konularda çatışma yaşamaları doğal ve normal karşılanır fakat önemli olan bu çatışmaların nasıl yönetildiğidir. Doğan Cüceloğlu, verdiği tavsiyeler ile kitabında bu konu ile ilgili güzel noktalara değiniyor. Çiftlerin kendi sorunlarını çözerken dinlemeyi ve anlatmayı nasıl öğrenmesi gerektiği, konulara geniş bir çerçeveden bakabilmeyi ve sabır olmayı öğrenmesi gerektiği tavsiye ediliyor. Aslında verdiği tavsiyeleri sadece evlilik hayatında değil günlük olarak sosyal hayatımızda da uygulayabiliriz. Değindiği birçok nokta basit ama etkili çözümler üretebilir.

Evlenmeden Önce kitabını genel olarak herkes okuyabilir. Basit bir dili ve yalın bir anlatımı var. Evlilik konusunda benim kafamdaki sorulara cevap bulabildim, doğru bildiğim yanlışları gördüm ve hiç aklıma gelmeyecek önlemleri fark ettim. Doğan Cüceloğlu kitaplarının hemen hemen hepsi zihninizi dolu dolu bilgi ile şenlendiren türden kitaplar oluyor. Bu kitap evlilik konusunda gerçekten bir yol haritası olabilir. Kitaptaki kişilerden gelen mektuplar da okurken oldukça etkileyici oluyor. Belki de sizin de yaptığınız hataları başkasının da yaptığını ve o hatadan nasıl döndüğünü görmek harekete geçmek için daha tetikleyici olabiliyor. Kitap aslında bizim toplumumuz için kesinlikle okunması gereken kültler kitaplar arasına girmeli. Çünkü bizim toplumumuzda evlilik biraz gösteriş, biraz bencillik biraz da mecburiyetler üzerine kurulu düzenler olarak yürüyor. Evliliğin iç dünyasının ve gerekliliklerinin böyle açıkça göz önüne serildiği bir kitabı herkes okumalı.

Mektupları okurken bazıları oldukça üzücü olabiliyor, bu mektupları okurken hataları ve sonuçlarını görmek ne yapılması gerektiği konusunda fikir sağlıyor. İnsanın içini ısıtan ve gülümseten mektuplar da yok değil. Bu hikayeler de herkes için bir umut ışığı olabilir. Genel olarak bakıldığında baştan sonra keyifle okuduğum ve birçok şey öğrendiğim bir kitap oldu. Daha önce de söylediğim gibi aslında okunması şiddetle tavsiye edilen bir kitap olmalı. Toplumumuzun ve evlilik düşünen herkesin bu bilgilere, yönlendirmelere ve desteğe ihtiyacı olduğu kesin bir gerçek. Doğan Cüceloğlu gibi usta bir psikolog ve yazarın kaleminden çıkmış bu kitap uzun yıllar birçok çifte rehberlik edecek gibi görünüyor.

Kül Kitap Özeti

Kül Özeti

Kül Shani Petroff, Darci Manley

Kader serisinin ilk kitabı olan Kül, genç-yetişkin türünde bir distopya kitabıdır. İki yazarın birden yazmış olduğu bu kitap kaderleri renklerle sınırlandırılmış insanların başlarından geçen olayları anlatmaktadır.

İnsanlar önem sırasına göre yedi farklı renge ayrılmaktadır; mor, kırmızı, yeşil, sarı, kahverengi, barut rengi ve kül rengi. En üst tabaka olan ve aynı zamanda kaderleri özenle belirlenen, toplum tarafından en sevilen kesim morlarken, küller ise bir kaderi dahi olmayan, ailesi tarafından dahi sevilmeyen kesimdir. Ayrıca kesimlerin birbiriyle ilişkide bulunması yasaktır. Kitabın baş karakteri olan Dax Harris renksiz bir kızdır, yani en alt tabaka olan külün de en alt tabakası. Madden Sumner ise geleceğin Yediler Bakanları'ndan biri olacak olan saygıdeğer bir mor kız. Bu iki karakter birbirini hiç sevmezler.

Kül romanı şöyle başlar. Dax 'in kül arkadaşı olan Laira kaderini tamamlayabilmek için okullarının önünden karşıya geçmesi gerekmektedir. Çoğu kişi Laira'nın kaderini önemsememektedir. Laira karşıya geçerken bir kaza meydana gelir. Laira başarmıştır. Ama Laira'nın kaderi bir hiçmiş gibi unutulur. Bu sırada çember yarışları yapılacak gün gelip çatmıştır. Çember yarışlarında morlar yarışmakta, kaderlerini tamamlamaya çalışmaktadırlar. Dax'in ağabeyi Aldan bir mordur. Aynı zamanda çember yarışlarında her sene birinci olmaktadır. Yarış vakti geldiğinde herkes Aldan'ın birinci olacağına emindir öyle ki bunun üzerine iddiaya girenler vardır. Ancak Aldan şaşırtıcı bir şey yapar ve rakiplerini büyük farkla geçip bitiş çizgisine geldiği halde inatla çizgiyi geçmemektedir. Rakipleri onu geçer ve Aldan kaderine karşı geldiği için öldürülür. Oysa ki Aldan'ın amacı sadece şaka yapmaktır. Tüm hayranları ve ailesi şok olmuştur.

Dax'in bir diğer mor ağabeyi Link de bu olay üzerine sisteme karşı çıkar ve hapse atılır. Link ayrıca Madden'ın eski sevgilisidir. Aile dağılmıştır. Madden ve Dax, Link'i inkar ettirmeye çalışırırlar ama Link kabul etmez. Dax Aldan'ın neden böyle bir şey yaptığına anlam veremez. Aldan'ın daha önce devamlı konuştuğu bir kızın olduğunu bilmektedir ve o kızı araştırır. Bu sırada Dax hortlakların yaşadığı bir yer bulur. Ve Aldan'ın konuştuğu kızın Oena adında bir hortlak olduğunu anlar. Diğer bir yandan Madden kendi kaderiyle ilgili endişe içindedir ve kaderini araştırmaktadır. Ve sonunda aslında kendisinin bir mor olmadığını ve Dax'in de bir kül olmadığını, birbirlerinin kaderlerini değiştirildiğini öğrenir. Bu sırada Dax, Madden ve hortlaklar Link'i kaçırma planı yaparlar. Link kaçırılır ve Madden yaralanır. Bu sırada Madden Dax'e gerçeği söyler. Bir süre sonra hortlaklardan Oena'nın ağabeyi Zane kaderi hortlaklarla savaşmak olan Aya isimli bir kız çocuğunu öldürmek ister ve Madden ve Dax buna karşı gelirler ve Zane yaralanır. Yaralanmadan önce ağabeyinin ölümünden kendi payının da olduğundan bahseder.

Kitabın finalinde ise Madden ve Dax kaderlerini neden değiştirildiğini öğrenmek üzere kader kurucusunun yanına giderler. Ve kader kurucusu onların kaderlerini değiştirerek bir planın olduğunu söyler ve aslında küllerin de kaderinin sistemi yıkmak olduğunu söyler.

Aslında yazar ilk kitapta okuyucuyu konuya alıştırmaya çalışmakta ve asıl olayların serinin diğer kitaplarında olacağını açıkça belirtmektedir.

Kitap eğlenceli ve akıcı olmasıyla birlikte özellikle genç yaştakiler için farklı bir konusu olan olabildiğince başarılı bir kitap. Ayrıca farklı tarzlar ve konular arayanlar için ve hep aynı şeyleri okumaktan sıkılanlar için sürükleyici bir özellik taşımakta...

Yarışı Yavaşlar Kazanır Özeti

Yarışı Yavaşlar Kazanır Özeti

Hatice Kübra Tongar Yarışı Yavaşlar Kazanır

Hatice Kübra TONGAR'ın yazdığı, Nur DOMBAYCI'nın resimlediği "Yarışı Yavaşlar Kazanır" adlı kitapta beş masal bulunuyor. Her masaldan sonra ebeveynler için, o masalla çocuklara kazandırılmak istenen değerler hakkında öneriler yer alıyor. Masallar ve öneriler bittikten sonra, üç gruba ayrılan oyunlar bölümü başlıyor.

İlk masal "Yarışı Yavaşlar Kazanır", tavşan ile kaplumbağanın masalını anlatıyor. Bir gün tavşan ile kaplumbağa yine yarışıyorlar. Tavşan kaplumbağaya yavaş koşacağına dair söz vermesine rağmen yine hızlı koşup yarışı kazanıyor. Kaplumbağa yarışı kaybettiği için yine çok üzülüyor ve ormanda çok uzak bir yere gidiyor. Orada, çok hızlı olup tüm yarışları kazandığını düşünerek hayaller kuruyor. Bu arada tavşan hatasını anlayıp kaplumbağayı arıyor. Kaplumbağayı bulduğunda, özür dileyip onun istediği bir oyunu oynamayı teklif ediyor. Barışıyorlar ve renk bulma oyunu oynuyorlar. Bu oyun tavşanın renkleri bilmediğinin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Tavşan çok üzülse de hızlı olmasının çevresindeki güzellikleri fark etmesine engel olduğunu böylece anlıyor. Artık kaplumbağa da hızlı olmadığı için üzülmeyi bırakıp çevresindeki güzelliklerin farkında olduğu için şükrediyor.

İkinci masal "En Değerli An Olduğun Andır", çocukların hızlı büyüme isteklerine minik bir tırtılın masalıyla karşılık veriyor. Minik tırtıl yumurtasının içinde, dışarıya çıkacağı günü sabırsızlıkla bekliyor. Bir gün rüyasında, tüm tırtılların yumurtalarını kırıp dışarı çıktığını, kendisinin ise yumurtasını kıramadığını görüyor. Annesi ve babasının yardımıyla yumurtasını kırıp dışarı çıktığında ise sürünerek yemek bulmak çok zor olduğu için kanatlanıp uçmak istiyor. Böylece bir kelebek oluyor. Kelebek olarak çok güzel bir gün geçiriyor. Ama akşama doğru halsizleşiyor ve hayatının sonuna yaklaştığını anlıyor. Hayatını her anın tadını çıkaramadan geçirdiği için çok pişman oluyor. Bu sırada annesinin sesiyle uykusundan uyanıyor. Bu rüya sayesinde her anının kıymetini anlayıp şükrediyor.

Üçüncü masal "Gözlerini Kapatan Daha İyi Görür" hem görmenin önemini hem de gözlerin her şeyi göremeyeceğini anlatıyor. Kara Kartal bir gün kendisine av ararken bir kirpi yüzünden görme yetisini kaybediyor. Korkuyla, görmeden nasıl yaşayacağını düşünüyor. Bu sırada yanına gelen bir köstebek, Kara Kartal'a gözlerinin düzeleceğini söylüyor. Gözleri düzelene kadar kalp gözüyle görebilmesi için de ona, kalp gözüyle nasıl göreceğini öğretiyor. Kara Kartal rüzgarı hissediyor, güneşi hissediyor. Etrafındaki her şeyi kalp gözüyle görüyor. Böylece gözleriyle gördüğünden çok daha fazlası olduğunu fark ediyor.

Dördüncü masal "Sen Susarsan Orman Konuşur" Cennet adlı papağan ile dinlemenin önemini gözler önüne seriyor. Cennet hem kuşların dilini hem de insanlarını dilini konuşuyor. Bu özelliğiyle çevresinden gördüğü övgü ise daha çok konuşmasına neden oluyor. Öyle ki artık kendisini övmeleri için diğer kuşları her an rahatsız etmekten çekinmiyor. Bir süre sonra çok konuştuğu için yalan söylemeye de başlıyor. Kuşlara yalan söyleyerek aralarını bozuyor. Ormandaki kavga gürültü kuşların aralarını bozanın Cennet olduğunu anlamalarını sağlıyor. Ona bir ders vermek için bir hafta boyunca Cennet'i hiç dinlemiyorlar, ne zaman yanlarına gelse ondan kaçıyorlar. Böylece yalnız kalan Cennet, sesini tüm kuşlara duyurmak için bağıra bağıra şarkılar söylüyor. Sonunda sesi kısılıyor. Kendi sesi olmayınca etrafındaki sesleri fark etmeye başlıyor. Ağaçların hışırtısını, yaprakların çıtırtısını, suların şırıltısını dinliyor. Bir hafta dolunca arkadaşları Cennet'i merak ediyorlar. Cennet, ormanı dinlerken yanına gelen arkadaşlarından hataları için özür diliyor. Ona dinlemenin önemini hatırlattıkları için de teşekkür ediyor.

Beşinci masal "Gerçek Dünya Daha Güzeldir", kara taşın üstünde yaşayan kara karıncanın gerçek yuvasına kavuşmasını anlatıyor. Bir gün kara karınca, yaşadığı siyah taşın üzerine gelen hayvanlardan hiç bilmediği yerleri ve hayvanları öğreniyor. Korksa da, bilmediği yerleri keşfetmek ve diğer karıncalarla tanışmak için yuvası kara taştan ayrılıyor. Böylece küçükken kaybolup ayrıldığı ailesine tekrar kavuşuyor.

İlk bölümde, çocuklara farkındalık kazandırarak tefekkür ettirmeyi amaçlayan on dört oyun yer alıyor. Bu oyunlar çocukların görme, duyma, dokunma, tat alma, koklama duyularının önemini fark etmelerini sağlamayı, bu beş duyuyu ve dikkatlerini geliştirmeyi amaçlıyor.

İkinci bölümde, çocukları çevrelerine yönelten dokuz oyun yer alıyor. Bu oyunlar çocukları güneşi, ayı, yağmuru, bitkileri, hayvanları incelemeye, çevrelerine iyilik yapmaya teşvik ediyor.

Üçüncü bölümde ise yedi oyun bulunuyor. Bu oyunlar çocuklara, yaratıcıyı fark ettirmeyi amaçlıyor. Bu oyunlarla çocuklar farklı renklerdeki meyveler ve bitkilerle Allah'ın el-Vehhab ismini, çay ve şeker deneyiyle Allah'ın varlığını, şükür kavanozu oluşturarak da hayatlarındaki şükür sebeplerini fark ediyor.

Solgun Karanfil Özeti

Solgun Karanfil Özeti

Solgun Karanfil Sinan Akyüz

Çok satan romanlara imza atan Sinan Akyüz Solgun Karanfil ile yine okurlara hüzünlü anlar yaşatacak.

Daha önce yazdığı Piruze ve İncir Kuşları gibi kitaplar ile okurlara aşkı ve savaşın hüznünü yansıtan ünlü isim Solgun Karanfil romanında da yine savaşın acı yüzünü ve bu savaşta yeşeren hüzünlü bir aşkı ele alıyor.
Arka Kapak Bilgisi

Fikret onun solgun yüzüne bir öpücük kondurdu. “Sen hiç merak etme. Ölmek için değil, düşmanı ezmek için çıkıyoruz dağlara. Bir gün yanına sağ salim döndüğümde sana özgürlüğü getireceğim...”

Aferdita sözünü kesti.
“Unutma aşkım,” dedi yeşil gözlerinden yanaklarına yaşlar süzülürken.
“Her tercih bir vazgeçiştir. Ama vazgeçilen hep alacaklı kalır!”

O söğüt ağacının altında birbirlerine söz vermişlerdi kumrular gibi yuva kuracaklarına. Ama Naziler memleketlerini işgal edince gölge düştü mutluluklarına. Vatansız yaşanmazdı ki sevda! Bajgora Dağlarına doğru yollara düştü Fikret özgürlük uğruna... Kalbinde Aferdita’sı, aklında vatanıyla…

İncir Kuşları, Piruze gibi çok okunan kitapların yazarı Sinan Akyüz, yürek yakan son romanı Solgun Karanfil’le aşkı anlatırken bizi savaşla yüzleştiriyor ve soruyor: “Yaşanmışlıkları kaybetmek mi daha zor, yoksa hayalleri mi?”



Solgun Karanfil Yorumları
Solgun Karanfil Yorum okurken ağladım çok hüzünlü bir konusu var
30-04-2018 18:33 !!

Solgun Karanfil Yorum bu gün ikinci kez incir kuşlarını aldım .yakın zamanda solgun karanfili almak üzere...

Ahmet Batman Beni İçinden Sev Özet

Ahmet Batman Beni İçinden Sev

Ahmet Batman, Beni İçinden Sev adlı kitabının her kelimesinde umudun hiçbir zaman kaybedilmeyeceğini her kelimesinde ilmek ilmek işlemiştir.

Güçlü, doğduğunda ikizinde hiçbir sorun olmamasına rağmen annesinin karnındayken organlarının yer değiştirmiş ve günlerce yoğun bakımda kalmış bir çocuktur. Doğumunun ardından onu sadece babası görmüştür ve gördükten sonra ona Güçlü ismini vermiştir. Güçlü' nün ikizi için her şey yolundadır. Babası, Güçlü'nün kardeşiyle hayata tutunmasını ister ve ona da Güneş adını verir. Güçlü ailesiyle birlikte Aydın'da yaşar. Küçük yaşta geçirdiği rahatsızlıktan dolayı özgüveni oldukça düşük, heyecanlandığında konuşamayan konuşsa bile konuşurken kekeleyen bir çocuktur. Hayata karşı bakışları endişeli fakat aşkı bulacağına dair hep umut doludur.

Hayatın sürekli bir değişim içinde olduğunu, sizi ve çevrenizi olumlu ya da olumsuz şekilde etkileyebilecek sayısız değişkenin olduğunu ve herkesin bir dönüm noktası olduğuna inanan Güçlü'nün dönüm noktası da on yaşındayken annesini kaybetmesi ile olmuştur.

Katıldığı ilk cenaze annesinin cenazesi olan Güçlü, o gün ismi kadar güçlü olamaz ama hayatın sizi şaşırttığı kadar şaşırttığı şeylere de alıştırabileceğine de inanır.

Kayıpları insanları birbirine daha da yakınlaştırdığını bilir. Güneş; annesinin ölümünden sonra Güçlü için her şeyden, herkesten öte olmuştur. Annesinin tek emaneti olarak ona Güneş kalmıştır. Her ikisi de her gece ağlamaktan yastıklarını ıslatır olmuşlardır.

Annesinin ölümünün ardından biraz zaman geçtikten sonra Güçlü'nün babası Füsun adında bir kadın ile evlenmiştir. Annesinin yerine başka birinin geçtiğini gören Güçlü artık tamamen annesini kaybetmiş gibi hissetmeye başlar.

Füsun Hanım'ın Efe adında bir oğlu vardır ve Efe ile Güçlü'yü sürekli kıyaslar. Füsun Hanım, Güneş ve Güçlü'ye babaları evde yokken iyi davranmayan hatta çeşitli işkenceler yapan bir kadındır. Hayat; Füsun Hanım sayesinde Güçlü ve Güneş için bir işkence haline gelir.

Yaz gelir ve tatil için yazlıklarına giderler. Güçlü ve Güneş için anneleri olmadan geçirecekleri ilk tatil olduğundan içleri buruktur. O yaz tatilinde Güçlü, İstanbul’da çok iyi bir Anadolu lisesini kazandığını öğrenir ve çok sevinir.

Çünkü onun için en büyük umuttur. İstanbul'a gidip başarılı bir öğrenci olmak annesine yakışır bir evlat olmak ister. Güneş ağabeyinin başarısı için çok mutludur. Fakat ağabeyinden ayrılmak istemez. Babası da tıpkı Güneş gibi sınavı kazandığına pek sevinmemiştir. İstanbul'da, uzakta okumasını istemez. Güçlü ise tam tersine düşünür. İstanbul'da okumanın onun için bir kurtuluş olduğuna inanır.

Yazlıkta ki yan komşuları olan Şevket Amca, Güçlü'nün babasını İstanbul' da okuması için ikna eder. Güçlü'nün dedesi de İstanbul'dadır fakat babası Güçlü'nün dedesiyle çok uzun zamandır konuşmadığı için çocuklara dedelerinden bahsetmemiştir. Güçlü; babası ve Şevket Amca aralarında konuşurken İstanbul'da bir dedesi olduğunu öğrenir.

Güçlü İstanbul'a gelir. Şevket Amca'nın İstanbul'da yaşamasına rağmen onun yanında değil de okulun yurdunda kalmayı tercih eder.

Güçlü, ilk kez ailesinden uzakta bir gece geçirir ve bu gece onun için oldukça zor geçer.

Yurda yavaş yavaş alışmaya başlayan Güçlü için üst sınıfların onlar üzerinde hakimiyet kurmalarını istemeleri üzerine yeniden dayanılmaz günler başlar. Güçlü; haksızlık karşında susmayan bir çocuktur ve bu yüzden üst sınıfları karşısına alır. Bu olaylardan ne babasına ne de Şevket Amca'ya bahsetmez. Güçlü, hafta sonları Şevket Amca'ya gider. Onun için kurtuluştur çünkü bazı günler korkudan uyuyamaz. Zaman geçtikten sonra üst sınıftan olan çocuklar yaptıklarının hata olduğunu anlayarak Güçlü'den özür dilerler.

Güçlü lise birinci sınıfın ikinci günü Derin adında bir genç kıza aşık olduğunu hisseder. Tiyatro ile hiçbir ilgisinin olmamasına rağmen Derin ile vakit geçirebilmek için okulun tiyatro kulübüne yazılır.

Derin'e duygularını anlatmak ister. Fakat bir yandan da onu kaybetmeyi göze alamadığı için susar. Bu çıkmazın içinden bir türlü çıkamaz. Konuşacak birinin olmaması da onu iyice çıkmaza sürükler. Yanında olmasını istediği kadar yanında olmasının hayalini bile kuramamaktan korkar.

Derin ile arkadaş olurlar. Güçlü duygularını Derin'e anlatmak istese de başaramaz. Aralarında özel bir yirmi bir oyunu da vardır.

Güçlü'nün oda arkadaşı olan Ege'nin de Derin'e karşı ilgisi vardır. Ege, Güçlü'ye Derin ile bir ilişkisi olduğunu söyler. Bu durum Güçlü'yü daha fazla üzer. Ege'nin, Güçlü'ye olan uyarısı karşında Güçlü kendini bir ilişkinin üçüncü kişisiymiş gibi hissetmekten alıkoyamaz.

Güçlü, dedesini babasından habersiz bir şekilde Şevket Amca'nın yardımı ile bulmuştur. Dedesi ile kalmak ister. Fakat babasının haberi olmadığı için buna cesaret edemez.

Güçlü için dedesiyle geçirdiği her gün birbirinden güzeldir. Dedesinden öğrendiği ve öğreneceği şeyler adına çok mutludur.

Yaz tatili için Aydın'a döndüğünde Güneş'e de dedelerinden bahseder.

Derin için yazdığı bir kompozisyonu sınıfta okuması ile Derin ile aralarındaki ilişki kuvvetlenir.

Dedesi bir sabah Güçlü ile konuşmak ister. İlk defa konuşmak isteyen taraf dedesi olduğu için bu durum Güçlü'yü oldukça korkutur. Dedesi; Güçlü'ye hasta olduğunu söyler, birkaç vasiyette bulunur.

Yarıyıl tatili geldiğinde Güçlü ve Derin birbirlerine telefon numaralarını verirler, tatil boyunca konuşurlar ve bu aşkın ilk adımlarını atmış olurlar.

İkinci dönem başladığında Güçlü dedesinden aldığı tavsiye üzerine elinde bir kilit ve iki anahtar ile Derin'in yanına gelir. Tıpkı dedesi ve babaannesinin yaptıkları gibi birlikte kilidi dedesinin bahçesindeki demire asarlar. Bu ilişkinin özgür bir ilişki olduğunu, tutsaklık olmadığını, isteyen istediği zaman kilidin anahtarını açıp gidebileceğini konuşurlar.

Güçlü ve Derin hayatlarının en güzel yıllarını yaşamaya devam ederken lise son sınıfa gelirler ve üniversiteyi yurtdışında okuma kararı alırlar.

Güneş'in ağabeyine Füsun Hanım'ın onu dövdüğünü söylemesi üzerine Güçlü dedesi ile birlikte Aydın'a gelir. Dedesi, babası ile konuşup Füsun Hanım'ın çocukları dövdüğünü söylemesine rağmen babası bu duruma inanamaz ve dedesini evden kovar. Güçlü ve Güneş'te dedeleri ile İstanbul'a dönme kararı alır.

İstanbul'a döndüğünde Güçlü'nün aklı bir hayli karışıktır. Dedesinin varlığı onun için mükemmel bir şeydir. Fakat babasının yokluğuna alışmakta kolay olmayacaktır. Güneş'e İtalya'ya gitme fikrini söyleyemediği için de oldukça huzursuzdur.

Mezuniyetin ardından dört ay sonra Güçlü üniversiteyi kazanmıştır. Güneş ise İstanbul'da özel bir üniversiteyi kazanmıştır. Derin ise Ege ile birlikte İtalya'da ki üniversitededir. Güçlü'nün canı oldukça yanmaktadır ama bir yandan da kardeşini bırakıp gitmediği için pişman değildir.

Güçlü, aradan geçen dört ay içinde babasının fabrikasının battığını, babası kumar oynadığı için dedesi ile kavgalarının nedeninin bu olduğunu ve en önemlisi aslında annesinin ölmediğini, babasının Füsun ile evlenebilmek için onlara bir oyun oynadığını öğrenir.

Güçlü bahçedeki kilidin değiştiğini fark eder. Dedesinin ölürken Güçlü'ye söylediği son sözler onu İtalya'ya, Derin'in yanına gitmesi konusunda oldukça cesaretlendirir.

Güçlü ve Derin kavuştuklarında birbirlerine çok özlediklerini anlarlar. Güçlü kilidi Derin'in değil de dedesinin bir çocukluk yapıp ayrılmamaları için değiştirdiğini anlar.

İtalya'da binlerce kilidin asılı olduğu bir köprüye gidip oraya yeni bir kilit eklerler. Kilidin bir yüzene Türkçe diğer yüzene İtalyanca olmak üzere aynı cümleyi yazarlar. " Güzel hikaye çünkü içinde sen varsın."

Her şey yoluna girmiş bir şekilde İstanbul'a dönerken artık üç kilitleri vardır. Biri İtalya'da, biri tahterevallide, diğeri ise Güçlü'ye her zaman yol gösterecek olan dedesinin, siyah küvet isimli defterindedir.

Beni İçinden Sev, sade ve anlaşılır anlatımı ile bir solukta okunabilecek bir kitap. Kitabın içinde bulunan kısa kısa cümleler okuyucuları oldukça etkileyebilecek türden. Tavsiye edebileceğim güzel denemeler arasında sayabileceğim kitaplar içerisindedir.

Yine de Sevdik Özet

Yine de Sevdik Özeti



Miraç Çağrı Aktaş Yine de Sevdik

Miraç Çağrı Aktaş deneme tarzında kısa ve daha çok aşkı konu alan yazılardan oluşan bir kitap yazmış.

"Belki başka insanlarda, belki başka duygularda, belki de başka aşklarda ama mutlaka bir yerlerde papatya kalpli insanlar vardı. Ve hiç şüphesiz en güzel seven mutlaka ama mutlaka papatya kalpli insanlardı."

Miraç İstanbul'da iki yıl yaşadıktan sonra Antalya'ya geri dönüş yapar. Yeni evden sonra, yeni okuluna da başlar. Taşındıktan sonra dedesinin hastalık belirtilerinin artmasıyla lenfoma kanseri teşhisi koyulur. Hastalığı ilerleyince iyice yatağa bağlanır ve kemoterapiye başlar.

Yağmurlu bir günde dedesinin yattığı hastanenin, sekizinci katında onu ağlarken görür. Yavaşça yanına giderek neyi olduğunu sorar. Kız, ona yalnız kalmak istediğini söyler. Miraç ise bir şey demeden uzaklaşır. Miraç, kızı dedesinin yan odasında görmüştür.

Sonra bir gün dedesi gazete okumayı sevdiği için kafeteryadan gazete alır. Alırken onu görür ama bir şey demeden asansörün bulunduğu yere gider. Asansör beklerken kızda gelir. Sekizinci kata geldiklerinde kız, "sağol." diyerek çıkar. Miraç şaşırsa da bir şey demeden dedesinin yanına gider. Dedesi gazeteyi görünce çok sevinir. Miraç, dedesinden bir gün olsun dedelik görmese de o torunluk görevini yapmaktadır. Odanın önüne çıktığında kızı aynı yerde görür. Ona bakarken kız da arkasını döner. Kız özür dileyerek çay içmeyi teklif eder. Miraç çay sevmediğini söyleyince; kahve teklif eder. Kafeteryada kahve eşliğinde bayağı sohbet ederler. Cemre, babası için hastanedir. O da kanserdir. Aslında varlıklı bir aile olsalar da; babasının içki ve kumarı yüzünden durumları bozulmuştur. Babası her şeyini kaybedince eve dönmüş, annesi ve Cemre'de zor ikna olsa kabul etmiştir. O gün Cemre konuşur, Miraç'ta onu dinler. Böylece Cemre'yi daha çok tanımış olur. Onları da birleştiren vicdanlarıdır. Cemre babası için; Miraç ise dedesi için ellerinden geleni yapmaktadır. Cemre'nin babası bir süre sonra taburcu olur. Cemre yine de onu ve dedesini ziyaret etmeye devam eder. Hatta bir gün gelirken gazete getirmesi onu çok mutlu eder. Bu düşünceli haliyle Miraç'ın kalbinde yerini alır.

Bir iki gün sonra teyzeleri dinlensin diye hastanede Miraç kalır. Sabahında Cemre piknik sepetiyle odalarına gelir. Miraç için hayatında yaptığı en güzel kahvaltı olur. Onkoloji bölümünde olmaları hiç umurumda değildir. Hastaneden çıktıktan sonra, bir gün o da Cemre'yi kahvaltıya götürmek ister. Sabah papatya alarak evlerinin oraya gider. Fakat olumsuz bir yanıt alır. Sonra kalbi kırık eve döner ve uyur. Uyandığında Cemre'den özür dileyen bir mesaj vardır. Önemli olmadığını söylese de kalbi kırılmıştır.

Bu sıralarda bir de annesinin ikinci evliliğini bitirmek üzere olduğunu öğrenir. Başta kardeşi için barıştırmak ister. Fakat davalar çoktan açılmıştır. Sonra da öğrenir, annesinin aldatıldığını. Miraç, kardeşi Yiğit için üzülmektedir. Onun yaşadığı şeyleri kardeşinin yaşamasını istememektedir. Onun abisi olmasa da o Yiğit için gereken abiliği yapacaktır.

Miraç ve Cemre zaman geçtikçe birbirine daha çok alışır. Miraç'ın işleri üzerine bir aya yakın görüşemezler. Geldiğinde ise birbirlerini çok özlediklerini fark ederler. Geldiğinde Konyalaltı sahilinde buluşurlar. Hava soğuk olduğu için Miraç kahve alır. Üstüne de bir ömür aşka yazdırır. Yazıyı görünce Cemre çok mutlu olur ve ilk defa ona sımsıkı sarılır. Cemre ile artık her gün konuşuyor ve fırsat buldukça buluşmaktadırlar. Cemre'nin ısrarı ile Galata'ya gitme kararı alırlar. Ama uzun yolculuğu sevdikleri için, uçak yerine otobüs ile giderler. Sabah İstanbul'a gelince önce kahvaltı yaparlar. Sonra cumartesi olduğu için Galata Kulesine çıkmak için sıraya girerler. Galata Kulesi'ne çıkınca orada bir abi Cemre'ye toparlanıp, toparlanamadığını sorar. Miraç merak etse de belli etmez. Zaten Cemre'de geldiklerinden beri soğuk davranmaktadır. Sonra Galata'dan sonra aşağısında ki çay bahçesinde, çay içmek ister Cemre. Miraç da zorla kabul eder. Çünkü orası Zümra ile gittiği yerdir. Yine de ona belli etmez. Antalya'ya dönerken de Cemre oldukça soğuktur.

Doktorlar dedesinin sayılı zamanının kaldığını söyleyerek taburcu eder. Ev ve hastane arasında gidip gelmektedirler. Bu sıralarda Cemre'de belirli gün ve saatlerde ortalıktan kaybolmaktadır. Miraç'ta, bir gün Cemre'yi takip eder. Cemre bir mezarın başında ağlayarak konuşmaktadır. Sevdiği adama içini dökmektedir. Miraç'ın aldığı papatyalar ise mezarın üstündedir. Miraç'ı sevmeye çalışmış, ama bir türlü sevememiştir. Miraç o gün duydukları ile yıkılarak eve gelir. Kimi sevse sevilmediğini düşünür. Daha sonra Cemre'den mail gelir. Ondan özür dileyerek üç Fotoğraf atmıştır. Birincisi ölen sevgilisi, ikincisi Miraç üçüncüsü ise şimdi ki sözlüsü. Fotoğrafları atarak aslında ölen sevgilisine çok benzediğini belirtmek istemiştir. İzmir'e taşınmış ve orada yine ona benzeyen biriyle sözlenmiştir. Cemre eski sevgilisi ile gittiği her yere Miraç ile gitmiş onu sevmeye çalışmış ama yapamamıştır. Miraç ise bunh sonradan öğrenir.

Sonra Miraç'ın, İstanbul'da kitap fuarında imza günü vardır. İmza günü, sırada Zümra'yı görür. Yanında sevgilisi vardır. Masanın önüne geldiğinde alaycı bir şekilde, onlara da papatya olup olmadığını sorar. Miraç ise hak edenlere verdiğini söyler. Sonra Zümra, Bana Seni Seviyorum Deme Evlen Benimle kitabını Zümra'dan Can'a aşkla diye imzalatır. İki papatya alarak birini sevgilisine verir ve uzaklaşırlar. Onca zaman sonra karşısına bu şekilde çıkmasına anlam veremez. Miraç ahını alanlarında yaptıklarını yaşamaları için dua etmektedir.

"Yanlış insanlar yüzünden üzdüğünüz doğru insanların ahı da bir ömür yakanızı bırakmasın."

Miraç Çağrı Aktaş, deneme türünde kısa yazıları ile oldukça popüler olmuş bir yazardır. Günümüzde aşk açısı çektiğini düşünenler ya da gerçekten çekenler için sığınacak bir limandır. Ben bu tarz kitapları çok sevemesem de, Yine de Sevdik günümüzde birçok insanın aradığı kitaplardan biri. Yalın dili ile oldukça anlaşılır. Kitabın büyük yazıları ve kısa olması ile de kolayca okunan bir kitap. Bu tarzda okumayı sevenlere okumasını tavsiye ederim.

13 Nisan 2018 Cuma

Damdan Düşen Psikolog Özet

Damdan Düşen Psikolog
Damdan Düşen Psikolog Özet
Bu özet

Bu da olur muymuş dememek lazım. İnsanoğlu yaratılışı icabı sanırım hep daha iyisine bakıyor. Kazanılmışa ve başarılmış olana odaklanıyor. Halbuki kaybedişler, yok oluşlar, yeniden dirilişler ve sonra tekrar sakin durağan bir çizgi ile örülü insanoğlunun hayat dizesi.
Kitabı bitirdiğimde bir gece yarısı ve önümde yoğurt tabağı az evvel içtiğim puroyu hazmetmeye çalışıyor ve son yoğurt kaşığını da ağzıma götürüyordum. Çok tuhaf birşey aslında. Doğan Cüceloğlu’nun hayatında da yoğurdun çok ayrı bir yeri var. Büyük bir kaybedişin ardından ailesinden uzaklaşmasından sonra Türkiye’ye yerleşiyor ve kendince bir ticaret ve kazanç kapısı aralıyor. Lakin bir türlü kazanç sağlayamıyor ve günden güne elindeki para tükeniyor. Ve ciddi arayışlar. Arayışlar. Bir de bunun öncesinden bir süreç var tabi. Emlak Danışmanlığı. Karmaşık duygular.
İnsan hayatının tümü bir kısa filmin karelerinden oluşuyor aslında. Başarılar başarısızlıklar ve nihayetli bir ömrün adım adım kare kare son bulması. Kendi hayatı içerisinde bir serüvene sürükleyen kimin zaman pişmanlık kimi zaman büyük risklerle dolu kimi zamansa mutluluk huzur gözyaşı kahkaha ile devam edip sürüklüyor kendi hayatında Doğan Cüceloğlu. Ve farkında sizin hayatınızın önemli bir parçası haline dönüşüyor. Sizin kaderiniz onun kaderinden hisseler almaya başlıyor zira kendi gibi düşünmeye başlıyorsunuz. Yazar da tam bundan bahsediyor aslında. Ne kadar da birbirimizden etkilendiğimizden bahsediyor. Korku kültürü diyor. Anadolu insanının nasıl bir psikolojik zeminde yetiştiğini anlatırken bu zeminin aslında ne kadar sağlıksız olduğunu da örneklerle anlatıyor. Batı kültüründe ise bu kültürün tamamen zıddı bir psikolojik havanın olduğunu sorumluluk sahibi insanların başarılı kendine güvenen kendini ifade edebilen insanların nasıl bir ortamda yetiştiğini ve batının neredeyse her alandaki başarısının altında yatan en büyük nedenlerden birinin de özgüven ve başka insanlara ne olursa olsun saygılı olma duygusunun yattığını anlatmaya çalışıyor. Ve diyor ki elimde bir fırsat olsa bu korku kültürü ile aşırı özgüven duygusunu harmanlasam yani Anadolu kültürü ile batı kültüründen müteşekkil bir toplum kültürü çıkarsam orta yola dair ne güzel olur diyor.
Hayatın doğal seyrince bir evlat bir kardeş bir öğrenci bir genç bir baba bir kimi zaman bir akademisyen kimi zaman bir tüccar veya işçi veya cebinde beş kuruş parası kalmış bir işsizdi Cüceloğlu. Hepimizin ortak hikayesinin dışında Batı kültürünün zenginlikleri ve farklılıklarını kendi öz kültürümüz ie sürekli bir mukayese halinde yaşıyor tüm bu süreçleri.
Cüceloğlu bir psikolog. Toplumsal analizler yapabilme ve kişisel dürtüleri iletişim psikolojisini ve insan kabulünü net bir şekilde analiz edip görebilme imkanına sahip. Evlilik hayatı ve aile ortamlarından ciddi dersler ve hatıralar çıkartarak korku kültürü ile sıcak Anadolu ikliminin enerjisinin aileye yansımalarından bahsediyor sürekli. İlk evlilik hayatında ruhsal bütünlüğü sağlayamamayı da tam da bu konular üzerinden ele alıyor. Bütünleşememek ve ruhların dansını gerçekleştirememekten bahsediyor. Aynı kültürden iki insanın nasıl ruhlarını dans ettirebileceklerinden fakat değişip gelişememe risklerinden de söz ediyor. İşte burası ciddi bir travma. Yani farklılık mı benzerlik mi? Tercih tamamen biz de. Değişip gelişmenin bedeline katlanmak istiyorsak diyor bu farklılık ortamını kabullenmek zorundayız. Yoksa durağan sakin bütünleşik ayrımsız bir evlilik ya da birliktelik insan ne kazandırabilir ki diye de ilişkileri sorguluyor.
Kitapta dikkatimi çeken en güzel şeylerden biri de Doğan Hocanın Anadolu insanına olan sevgisi ve güveni oldu. Bir tespitinde diyor ki ortalama zekaya sahip bir Türk İnsanı orada çok başarılı oluyor. Ciddi başarılar yakalayabiliyor. Çünkü Türk insanı değer bulmuyor Anadolu’da. Değerli değil. Düşünceleri ile hayata kattıklarıyla kabiliyetleri ile değerli değil. Ama Batıda (Bu arada batıyı özellikle ABD olarak tanımlıyor.) azıcık değer görsün, kendisine değer verilsin Türk insanı hemen verimli hale dönüşüyor. Daha başarılı oluyor. Burada tabi bu değer görmek önemseme yada dikkate alınma sadece bize has bir durum değil. Doğan Hocaya göre bu ABD’nin eğitim sisteminin de zeminini teşkil ediyor. Orada bilgiye ve sorgulamaya en doğru olanı bulmaya bir merak var. Bireyde görülen en ufak potansiyel bile çok değerli. Potansiyel sahibi olanlara başka nasıl bir değer katarız bunun endişesi ile sürekli, değerlerin desteklendiğinden bahsediyor. Üniversitelerin bir keşfetme merkezi haline dönüştüğünü de aktaran Doğan Hoca, düşünen insan için organize olmuş bir yapı olarak bahsediyor üniversitelerden.
Her iki toplum arasında sürekli bir mukayese geliştiren Doğan Hoca, toplumlardaki kurumsal yapılar ve insan psikolojisi üzerine devam ettiriyor bu mukayeselerini.
Özellikle kadın erkek ilişkilerindeki özgürlükçü duruş bakış açısına çok da alışamadığı ortada. Bunu eşli ziyaretlerdeki rahat tavırlara gösterdiği tepkilerden anlamak mümkün. Bununla birlikte bireyler arasındaki bu özgür duruşun aynı zamanda bir samimiyet ortamı oluşturduğuna ve Anadolu insanında korku kültürünün de etkisi ile rahat olmayan bir ortam ve doğal sonuç olarak samimiyetten uzak, perde perde kişilik sonuçlarının olduğundan bahsediyor. Kendi ailesinden de sürekli örnekler veren Hoca, insanların birbirleri hakkında neler düşündükleriyle ilgili bizdeki tabular ve Batı kültüründeki serbestliğin ilk andan itibaren dikkat çektiğinden bahsediyor ve ilişkiler arasındaki dürüst kalabilme, olaylara ve durumlara karşı samimi tavırlar sergileyebilme noktasında Batı kültürünün üstünlüklerinden bahsediyor.
İnsanın kendinde ciddi bir yolculuğa çıktığı kitabı okumanızı hararetle tavsiye ediyorum.

Doğan CÜCELOĞLU

Kırktan fazla bilimsel makalesi yayınlanan bir psikolog ve çeşitli topluluklara bilimsel psikoloji çerçevesinde gelişim seminerleri sunan bir iletişim psikolojisi uzmanıdır. Çok sayıdaki kişisel gelişim kitabı ile Türk insanının düşünce, duygu ve davranışlarını inceler.

Mersin'in Silifke ilçesinde 11 çocuklu bir ailenin 11. çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve ortaokulu orada bitirmiştir. Ankara ve Kırklareli'de liseyi bitirip İstanbul Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun olmuştur. ABD'de Illinois Üniversitesi'nde Bilişsel Psikoloji doktorasını yapmıştır.

Türkiye'de Hacettepe Üniversitesi iӀe Boğaziçi Üniversitesi'nde çalışmış, Fulbright bursu ile Berkeley'deki Californiya Üniversitesi'nde ziyaretçi öğretim üyesi olarak bir sene görev almıştır.

1980-1996 yılları arasında ABD'deki Fullerton şehrinde California Eyalet Üniversitesi'nde görev yapmıştır. 1996'dan bu yana Türkiye'de üniversite öğrencilerine, öğretmenlere, ana-babalara ve iş adamlarına yönelik seminerler, konferanslar ve atölye çalışmaları düzenlemektedir. Psikoloji üzerine birçok kitap yazmıştır ve bunların hepsi eğitici kitaplardır.

İSKENDER PALA OD ÖZET


Od özet
Bir Yunus Emre Hikayesi
İskender PALA - Kapı Yayınları

Bu özet 10.04.2017 tarihinde İstanbul Ticaret Üniversitesi Genel Sekreter Yardımcısı Adnan ECEVİŞ tarafından çıkarılmıştır.

Aşk olup yazmaktır bazen hayat. Göz olup görmek. El olup tutmak ve kulak olup dinlemektir kimi zaman hayat. Nefes olup ses olmaktır dertli bir neyde. Def olup çalınmaktır belki de hayat.
Allah (c.c.) bir kutsi hadisinde de böyle buyurmuyor mu? “Ben kulumun tutan eli gören gözü işiten kulağı olurum!” diye. İşte Rabbimiz hikmeti ile ayet-i mucizesi ile kullarının kendinden bir parça olduklarını ve kimi zaman kullarının şah damarı kadar yakınlarında olduğunu kendilerine anlatıyor.
O kadar yakın ki, kimimizin ses olup kulaklarımızda kimimizin de söz olup nefeslerinde aşkı ile taçlandırıyor kalplerimizi.
Kainatın ilk yaratılan şeyi nedir diye anlatmaya başladığında Yunus; “Aşk” derdi. Yıllarca o “Aşk” için gönülden gönüle aşk şiirleri derdi. Nihayetinde, sonsuz olandan sonsuz olana bir yolculuk hikayesi dert eyledi bizlere içinde yandığı, bizleri her bir harfi ile yaktığı, bizi “OD” eylediği hayatı ile.
Büyük bir aşk, heyecan ve tazelenme içinde seyrine daldığım Yunus Emre’nin hayatını konu alan “OD”, sadece bir dervişin hayatını ya da bir aile dramını ya da bir milletin var olma mücadelesini anlatmıyor. Yahut bir zaman tasviri, tarih anlatımını anlatmıyor sadece. Bir filizlenme süreği adeta. Eser, bir tarafta İslam ve Türk Milletinin mukaddes mi mukaddes dava taşı Anadolu’daki serüvenini anlatırken bir tarafta ilahi serüvenin insan hayatında, yüreğinde ve aklında nasıl aşık aşık dolaştığını, zamanın, kültürün, varoluş kurallarının ve geleneklerinin, yaşanan coğrafya ve insan unsurunun kainatın nasıl bir özeti olduğunu aktarmaya çalışıyor.
Osmanlının hangi iklim içinde kurulduğunun da kısmen anlatıldığı “OD” İskender Pala’nın kaleminden tarih olup bizleri yüzyıllar ötesine götürüyor büyük bir heyecan ile. Eserin kalın ve karmaşık yapısı ve tasvirleri hikaye edişi yanında kendinizi alamadığınız büyük bir akıcılığa sahip olması insanı şaşırtıyor.
Bir aziz milletin nasıl pare pare bir araya geldiğini, vatansızlığın nasıl bir acı iklimde nelere mal olduğunu da aktaran eserde en çok dikkat unsurlardan biri de yine bu aziz milletin bugünlere seyrinde hangi badirelerden ve mertebelerden geçtiğini anlatıyor. Tıpkı Necip Fazıl Kısakürek’in “İnsan bu su gibi kıvrım kıvrım akar ya!” dediği gibi bu seyr-i süluk gerçeğinin, tasavvuf ikliminde bir milleti nasıl bir arada tuttuğunu, nasıl da büyük bir dava taşı haline dönüştüğünü anlatıyor bizlere.
Eserin ilk kaleme alındığı yıllarda bir röportaj için bir araya geldiğim değerli müellifin o günlerde hangi aşk ve heyecan ile o karanlık ve küçük odasında hangi iklimlerde hangi topraklarda ruhunu seyre çıkardığını kitabı okuduğumda daha iyi anladım.

“Geldi geçti ömrüm benim, şol yel esip geçmiş gibi” adeta Yunus Emre’mizin hayatı. Müellif de eserini yazarken bizleri işte böyle sürüklüyor. Zamanın ne olduğu, mekanın neresi olduğunu sık sık karıştırıyorsunuz. Bazen bir Sitare olup gök yüzünde parlıyor, bazen yaprak, toprak olup şifa oluyorsunuz tenlere. Kimi zaman zikir olup doluyorsunuz aşk dolu yüreklere. Kimi zaman ise bir ayrılık olup hasretle yanıyorsunuz ayrılığınıza.

Eseri her kapattığınızda kendinize; “ Mesele ırmak olup koşmalı mı, yoksa göl olup dinlenmeli miyim?” sormadan edemiyor her bir sayfada göz kapaklarınızın ne kadar da ağırlaştığını hissederken gecenin geç saatlerine kadar, yüreğinize şu dizeleri fısıldıyorsunuz;
“Ağla gözüm ağla gülmezem gayru,
Gönül dosta gider gelmezem gayru.

Beni irşad eden mürşid-i kamil,
Yeter ben el almazam gayru.”

Hiç bitmesin diye diye bitti kitap, “geldi geçti ömrüm benim” der gibi. Yunus Emre’mizin hikayesinde nice ömürlerin, nice gönül yiğidinin göçüp gitmesi gibi. İçinde sırlar barındıran eseri okurken korkuyorsunuz, üzülüyorsunuz ve umutlanıyorsunuz. Emre’mizin de buyurduğu gibi; “Sır layık olmayana ifşa olunmaz, nadanlara emanet edilmez!” Eser yani bu nadide hayat özeti okuyucusuna sırlarını kimi zaman pare pare açarken kimi zaman sayfaları aşk zindanı ediyor. Aşk demek bela demektir diyor Yunus. Rabbimize ilk sözümüzün “Bela” yani “evet, elbette öyledir” olduğunu anlatan Yunus Emre’miz “Görsen Nice sultanlar yatar. Yunus, sen de ölürsün” elbet diyor kulaklarımıza çığlık olup yüzyıllar ötesinden. Bela dediğimiz günün bize aşk olup aktığını ilk yaratılanın büyük bir hasretle aşk olup içimize dolduğunu anlatıyor dizelerinde. Aşkın bir tasdik olduğunu bunun sonucu olarak da yeryüzündeki olmaz belaların özellikle de Allah’ın has kullarına nasıl da geldiğini anlatmaya çalışıyor Emre’miz. Toprak altında nice Sultanların bu Bela ile olduğunu, nice isyankârların bu aşktan kaçtıklarından börtü böceklere nasıl da yem olduklarını fısıldıyor nefislerimizin kulaklarına.
Yunus Emre, bu aşk ve bela arasında kurduğu köprüyü şu şekilde tasvir ediyor;
Benim adım dertli dolap,
Suyum akar yalap yalap,
Böyle emreylemiş çalap,
Derdim vardır inilerim.

Aslında her birimizin bu dertten yana değil mi şikayetleri, isyanları, hüzünleri. Bebeğin kundağındaki feryadı. Okulda annesinden ayrı şikayette olan öğrencinin ağlaması. Eşinden yuvasından ayrı bir gönlün akıttığı gözyaşları… Tüm bu ayrılıkların, bu feryatların sırrı o kutsal ayrılışta değil mi? Fenadan bekaya göç ederken aslında hakikatten rüyaya oradan da nihayete ermek değil mi bu ayrılık şikayeti?

Özlediğimize, ayrılığından ateşi ile yandığımıza;
“Şöyle hayran eyle beni
Aşkın oduna yanayım
Her ne yana bakar isem
Gördüğüm seni sanayım” diye sesleniyor dimağlarımız, tıpkı Yunus Emre gibi. Eser bir buluşma ile biterken yıllar süren ayrılıklarda, okuyucusunu da ayrılık acısına uyandırıyor aslında.

İskender Pala
Profesör ve divan edebiyatı araştırmacısıdır. “Divan Şiirini Sevdiren Adam” olarak da tanındı.

İskender Pala, 8 Haziran 1958 tarihinde Uşak‘ta Kayaağılı köyünde doğmuştur. Uşak Cumhuriyet ilkokulunda okudu. Kütahya Lisesi’nden mezun oldu. 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Lisans tez çalışması Câmiu’n-Nezâir’dir. Yine İstanbul Üniversitesi’nde “Aşkî, Hayatı, Edebî Şahsiyeti ve Divânı” konusunda Doktora çalışması yaptı. 1983 yılında Doktorasını tamamladı.

1983 yılında Divan edebiyatı dalında doktor, 1993 yılında İstanbul Üniversitesi‘nde doçent ve 1998 yılında Kültür Üniversitesi‘nde profesör oldu. Ortaokul ve liseler için Türkçe ve Edebiyat ders kitapları yazdı. Denemeler, hikayeler, fıkralar ve edebiyat araştırmacısı olarak çeşitli ansiklopedi ve dergilerde bilimsel ve edebi makaleler yayımladı. Düzenlediği Divan Edebiyatı seminerleri ve konferansları geniş kitleler tarafından takip edildi.

1979-1982 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji seminer kütüphane memurluğu yaptı. Hayatının ilerleyen dönemlerinde çeşitli sebeplerden dolayı askerlik mesleğini tercih eden İskender Pala, öğretmen subay olarak 1982 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığına girdi. 14 yıl 7 ay görev yaptıktan sonra 1996 yılında TSK‘dan ihraç edildi.

1982-1984 yılları arasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Deniz Lisesi Komutanlığı’nda teğmen, 1984-1986 yılları arasında Üsteğmen olarak görev yaptı.

1986-1987 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde part-time Türk Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi olarak çalıştı.

1987-1994 yılları arasında Yüzbaşı olarak, Dz.K.K.lığı Tarihi Deniz Arşivi kuruluş ve faaliyetleri görevinde çalıştı.

1994-1996 yılları arasında Tarihi Deniz Arşiv Araştırmaları ve Dz.K.K.lığı yayın faaliyetlerinin yürütülmesi görevinde çalıştı.

1996-1997 yılları arasında Öğretim yılı, MSÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Eski Türk Edebiyatı öğretim üyesi ve İSAM redakte kurulu üyeliği yaptı.

1997 yılında Öğretim yılında İstanbul Kültür Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. Aynı zamanda Uşak Üniversitesi öğretim üyesidir.

İskender Pala, 1980 yılında F. Hülya Avcı ile evlendi. Hilye Banu, Elif Dilasa adında iki kızı, Alperen Ahmet adında bir oğlu vardır.

ARAYIŞLAR KİTAP ÖZET

Arayışlar Özet

Nâcî’den bir dem ile..
“Hakk tecelli eyleyince her işi âsân eder,
Halk eder esbâbını bir lahzada ihsân eder.”

İnsan.

Kimi zaman koskoca kahırlardan, kimi zaman karanlık kuyulardan, kimi zaman da zulüm kamplarından kurtulur da, kendi yüreğinin zindanından kurtulamaz.

2.Dünya savaşında yaklaşık 4 yıl Nazi Kamplarında esir düşmüş bir yahudi psikoloğun, bu karanlık günlerde deneyimlediği acı hatıralar ve yaşadıklarına dair bilim dünyasına kazandırdığı “Logoterapi” analiz tekniğinin anlatıldığı kaynak bir çalışma ve hatta ötesi, insanın kendini anlama çabasının üstün bir tezi niteliğinde eser.

Kainatın yaratıcısı Allah (cc)’ın Rahman Suresi 29. ayette de belirttiği: “O, her an yaratma halindedir!” ile insan ve kaderi her an yaratılmakta, her şey aslında yeni baştan yazılmaya devam edilmektedir.

İnsan, Allah’tan geldi Allah’a gider ise..
İnsan, Allah’tan bir parça ise..
Her an kendini yenileme ve keşfetme imkanına sahip mükerrer ve en mükemmel yaratılış olarak, olaylar ve düşünceler karşısında kendini her şart ve imkanda yenileyebilme ve geliştirebilme imkanına da sahiptir.

2.Dünya savaşı sırasında yazılmış olan eserin özünde yazar, “milyonlarca anlamsızlık içinde insan, kendine bir anlam bulabilmeli ve hayatta kalabilmeli” temasını çalışmaktadır.

Kitaptan bir kesit ile, “bir film milyarlarca kareden oluşur. Bir karenin eksikliği, o filmin bütününü anlamamızı etkiler. Filmin bütününü anlamak için olan gayretimiz, işte o kareye olan muhtaçlığımız, insanın hayatının bütününde bulması gereken tek bir anlama benzer. O tek bir anlam, bizi bütünde anlamlı kılacak ve bizi hayata bağlayacaktır.” kitabın mayasını anlatabiliriz aslında.

Dünyada artık bir kuram olarak kabul edilen ve insanlığın belki de son yüzyılda en büyük arayışı olan “anlam” konusunda bir rehber niteliğindeki kitapta eleştiriye açık, hatta kabulü mümkün olmayan şekilde “Kampta, aciz ve bunamış, zulümden iki büklüm olmuş insanları Müslümanlara” benzetmesinin saçmalığını da bahsetmeden geçmek istemiyorum.

Kaldı ki, kitabın tümünde de görüleceği üzere, zulüm o kadar derindir ki, insanlık duygusu dışında hiçbir onuru kalmayan kamp insanlarının kendilerine bu eziyeti yapan Nazilere dair neredeyse hiçbir eleştirileri olmaz iken, Müslümanlığı ve İslamiyet’i aşağılaması asla gözden kaçırılacak bir konu değil. Bu bir eleştiri notu çalışması olsa belki de tek eleştiri noktası olabilirdi.

En yitirilmiş anda dahi insanın kendine hayati bir hedef koyarak bu anlamsızlaşan hayatı anlamlı hale getirebileceğini söyleyen Frankl; yukarda not aldığım kritik hatasına rağmen; “İnsanın gerçekten ihtiyaç duyduğu şey, gerilimsiz bir durum değil, daha çok, uğruna çaba göstermeye değer bir hedef, özgürce seçilen bir amaç için uğraşmak ve mücadele etmektir.” diyerek, nihai olarak insanın hedefsiz ve anlamsız yaşayamayacağını açıklamaya çalışır.
Anlatılan hikaye ve hatıraların tamamının gerçek olduğu eserde yazar, din temasını da belirsiz periyotlar ile ele almakta, karamsarlığı reddettiği için mi bilinmez, dine karşı durmamaktadır. Acının ve şeytani güçlerin her yerde bulunduğunu, insanın kendi iç dünyasında iyiliğin de kötülüğün de, erdemin de olumsuzluğun da bir arada olabileceğini, tercihlerimizin bizi yaşama anlam katmaya doğru yönlendireceğini ya da tamamen yok oluşa sürükleyeceğini anlatmaktadır.
1945 yılında, ciltsiz ve kapaksız olarak ilk basımı gerçekleşen eser, uzun yıllar best seller olarak en üst raflarda yer almıştır. Özellikle ikinci basımı itibari ile imzalı şekilde yayınlanmaya başlayan eserle ilgili yıllarla birlikte periyodik konferanslar ve çalıştaylar düzenlenmiş, Dr. Frankl ömrünün sonuna kadar “Logoterapi” metodu üzerine çalışmalarını derinleştirmiştir.

Umut her şeydir. Var kalabilmenin, varoluşun en büyük mayasıdır. Geçmişten bir hatıraya, gelecekte bir umuda sarılmak zorunda insan bu tarz travma geçitlerinde. Aksi halde, umutsuz bir insan, kendini kaybetmişliğe teslim etmiş bir insan yok olmaya ve gerçekten yitirmeye mahkumdur. Eserin, kamptan hatıralar kısmında anlatılan şu bölüm tam da bu anlatmaya çalıştığımın ifadesi olacak:
“Bir insanın ruhsal durumu ile cesareti yada umudu yada bunların bulunmayışı- vücudunun bağışıklık durumu arasında ne kadar yakın bir ilişki olduğunu bilenler, umut ve cesaretin birdenbire yitirilmesinin öldürücü bir etkisi olabileceğini anlayabilecektir. Arkadaşımın ölümünün nihai nedeni, (Kampta yakın arkadaşı bir gün bir rüya görür. Ve acılarının belirli bir tarihte sona ereceğini kendisine söylendiğini aktarır. Ancak, tarih yaklaştıkça acıların dinme umudu yitirilmeye başlar ve tarih geldiğinde tamamen umudunu yitirmiş hasta ölmüştür.) beklediği özgürlüğün gelmemesi ve ağır bir hayal kırıklığı yaşamasıydı. Geleceğe olan inancı ve yaşama istemi felce uğramış ve bedeni hastalığa yenik düşmüştü. Böylece rüyasındaki ses bir anlamda haklı çıkmıştı.”
Şimdi sizleri, bu varoluş çabasının ve büyük anlam arayışının bir izcisi olarak kitabı okumaya davet ederken, eserin bende bıraktığı heyecan ile; “Her şeye rağmen, hayat yaşamaya değer” diyorum.

Viktor Emil Frankl
3. Viyana Okulu olarak bilinen akımın kurucusudur.
Varoluşcu teraρinin en önemli ismi olan Victor Emil Frankl kendi geliştirdiği kuramın adını logoteraρi (Anlam Merkezli Teraρi) olarak adlandırmıştır. Kuramında yaşamın anlamına özellikle vurgu yaρan Frankl , 2. Dünya Savaşı'nda Polonya içerisindeki Alman toplama kamplarında 4 yıl kadar süren bir tutsaklık geςirmiştir. sozkimin.com Burada yaşadığı ve gördüğü yaşantılar onun Logoteraρi adlı psikoteraρi kuramını gerçekleştirmesine yol açmıştır. Yaşamın anlamını bulabilmek iςin öncelikle biɾ amacımızın olması geɾektiğini vuɾgulayan Fɾankl, acının vazgeςilmez olduğu duɾumlaɾda acının da biɾ anlamı olabileceğini vuɾgulaɾ. Logoteɾaρide diğeɾ vaɾoluşçu teɾaρistleɾden faɾklı olaɾak iki teknik geliştiɾmiştiɾ. Paɾadoksal niyet ve düşünce odağını değiştiɾme. Bu teɾaρi özellikle acı çeken, hayatın anlamını soɾgulayan kişileɾde oldukça etkili biɾ teɾaρi yöntemidiɾ. Bu teɾaρi yöntemi ve teknikleɾi psikolojik danışmanlaɾca ve diğeɾ teɾaρistleɾce sıklıkla kullanılmaktadıɾ.

Kaynak: http://www.sozkimin.com/a/612-viktor-emil-frankl-kimdir-sozleri-ve-hayati.html#ixzz5BFFwesQE